Osmanlı’nın özünü ve temellerini besleyen manevî unsurların en başında “ilâ-yı kelimetullâh aşkı ve peygamber sevgisi” gelmiştir. Osmanlı sultanları, hayatları boyunca gazâ meydanlarında bu mukaddes değerlere karşı sonsuz sevgi, saygı ve bağlılıklarını ispatlama sevdasıyla harikalar sergilemiştir. Peygamberimize ve mukaddes beldelere hürmet, muhabbet, hizmet ve sadakat, soylu ceddimizin her daim şiarı olmuştur.
Padişahlar, devlet işlerinin aksamaması için şeyhülislâmların verdiği fetvaya dayanarak Hacca gidememişler; ancak Hz. Peygambere ve mübarek topraklara karşı “Veysel Karâni gibi” gönül bağlamaktan da geri kalmamışlardır. Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriyle “Harem-i Şerif’in hâdimi (hizmetkarı) olma” anlayışını, buralar elinden çıkana kadar sürdürmüş; Haremeyn’e sancak asmaktan, vali ve kadı göndermekten bile hayâ etmiştir.
Osmanlılar, Resûlullah’ın, Ehl-i Beyt’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini ihyâ edip hatıralarını günümüze kadar taşımaya öncülük etmiş; hünkârlar, hanım sultanlar ve devlet erkânı, Mekke ve Medine’de hayır kurumu, medrese ve imârethane inşası için birbirleriyle yarışmışlardır.
‘Devlet-i Âl-i Muhammedî’
Her şeyden önce Osmanlı, ilk kurduğu askerî birliği, O’nun davasını bayraklaştırdığından ötürü “Peygamber Ocağı” pâyesiyle onurlandırmış; neferini de “Mehmetçik” adıyla taltif etmiştir. Ordusuna verdiği isimlerden biri “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” iken, devletinin başka bir adını da “Devlet-i Âliye-i Muhammediye” koymuştur.
II. Murad ve Haremeyn’e Vakfettiği Miras
Ceddimiz, Kâ’be ve çevresinin tamir ve imarına, hacıların hizmetlerinin görülmesine ve hac yolunun güvenlik ve işleyişine ayrı bir titizlik göstermiştir. Bu hizmetleri, bir ibadet neşvesi içerisinde yerine getirmiş ve devletinin aslî görevlerinden saymıştır. Mesela, Peygamber müjdesine erişmiş Fâtih gibi büyük bir dâhiyi yetiştiren Sultan II. Murad, malının yüklü bir kısmını Mekke ve Medine fukarası ile Kâ’be, Ravza-i Mutahhara ve Mescid-i Aksa’da yetmiş bin kere okunacak Kelime-i Tevhid’in ve Kur’ân hatimlerinin sevabının ruhuna hediye edilmesi için harcanmasını vasiyet etmiştir.
Fâtih’in Eşsiz Sevgisi
Peygamber aşkıyla yanmada başı çeken Osmanlı padişahı belki de Fâtih Sultan Mehmed’dir. Öyle olmasaydı; asırlar öncesinden Hz. Peygamberin övgüsüne herhalde mazhar olamazdı. O’na karşı tarifsiz muhabbetini, en güzel biçimde İstanbul’un Fethi’nde ortaya koymuştur. Rumeli Hisarı’nı, O’nun güzel ismi “Muhammed”in Arapça yazılışına göre inşa etmiş; fethin gerçekleşmesi için de O’ndan şöyle imdat dilemiştir: “Ey Muhammed mu’cizât-ı Ahmed’i muhtar ile/ Umarım gâlib ola a’dâ-yı dine devletim.”
Cem Sultan ve Kâbe-i Muazzama
Osmanlı’nın, hassaten de Kâ’be-i Muazzama’ya hürmet ve alakası bambaşkaydı. Cem Sultan’ın, hac fârizasını ifâ ettikten sonra yazdığı şu beyitler, padişahların duygularına tercüman olan en harika sözlerdendir: “Kâbetullah’a varıp bir kez tavaf eyledim/ Bin Karaman, bin Acem, bin Memleket-i Osman’dır.”
Yavuz’un Muhabbeti ve Mukaddes Emanetler
Peygamberimize muhabbet ve tâzimde zirveye çıkan veli padişahlardan biri de Yavuz Sultan Selim’dir. “Allah rızası için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!” idealiyle hareket eden Yavuz Selim, askerlerini gazâ meydanlarında adeta “Peygamber Ordusu” gibi sevk ve idare etmiştir. O’na olan derunî sevgisini şu manzum sözle şahikalaştırmıştır: “Ey keremkân-ı Rasul-i Kibriya Kemterindir bu Selim-i pürhatâ/ Dergâhından ilticâ eyler atâ el meded ey mâden-i nur-i Hudâ.
”
“Biz, mukaddes yerlerin hâkimi değil hâdimiyiz!” diyen Yavuz, buraların Osmanlı hakimiyetine gönül rızasıyla girmesinden duyduğu memnuniyetiyse şöyle ebedileştirmiştir: “Bundan duyduğum mutluluğu bütün dünyanın padişahlığına değişmem”. Öbür yandan Yavuz, O’ndan ümmetine yadigâr kalan paha biçilmez “Mukaddes Emanetleri”, Topkapı Sarayı’na getirip Hırkâ-i Saadet Dairesi’ne koymakla bizi şereflerin en yücesiyle müftehir kılmıştır. Yavuz, Hırkâ-i Saadet Dairesi önünde asırlar boyunca kırk hâfıza 24 saat nöbetleşe Kur’ân tilâvet ettirmiştir. Ayrıca Yavuz, Haremeyn’e Fâtih döneminde ganimet malından tahsis edilen dokuz bin altını iki yüz bin altına çıkarmıştır.
Kanuni’nin Rüyası ve Son İsteği
Cihan hükümdarı Kanuni’nin, Efendimize muhabbet ve bağlılığı da, ceddininkilerden aşağı kalır değildi. Öyle ki, Kanuni’nin rüyasında Hz. Peygamberi gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği nakledilmektedir:“Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi imâr edesin!”Tabii Kanuni de hemen Haremeyn’i imar ve ıslah etmişti. Hatta oğlu II. Selim’e, servetiyle hacılar için su getirecek bir vakıf dâhi kurulmasını vasiyet etmişti.
III. Mehmed ve Hırkâ-i Şerif Zaferi
III. Mehmed, Eğri Seferi’ne giderken, Hırkâ-i Saadeti de yanına almış ve bir an bozgun durumu baş gösterince, Vakânüvis Hoca Saadeddin Efendi’nin; “Pâdişahım, siz gibi Âl-i Osman Sultanı, Peygamber Efendimiz yolunda halife olduktan geru, Hırkâ-i Saadet’i böyle anda giymek, Hak Teâlâ’ya dualar eylemek elbet münasibtir!” sözü üzerine tekbirlerle Hırkâ-i Saadet’i giyerek, askerlerine aşıladığı yeni heyecan ve hamle ruhuyla zafere ulaşmıştır.
I. Ahmed’in Sorgucu
Sultan I. Ahmed’in, dillere destan sevgisi ise asırlarca “baş tâcı” edilmeye değer. Çünkü Sultan Ahmed, sarığına taktırdığı sorgucun içine Peygamberimizin ayak izinin resmini koydurmuş ve üzerine de şu muhteşem dörtlüğü yazdırmıştır:
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rasul’ün.
Gül-i gülizâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
Bundan başka Sultan Ahmed, babası III. Mehmed’den kalma 50 bin sikke ve üzerinde 227 elmas taş bulunan bir yüzüğü Kâ’be’nin tamiri için bağışlamıştır.
Hürmetin Sembolü: Nâkibü’l Eşraflık
Devlet-i Âli Osman, Efendimiz’e ve Ehl-i Beyt’e hürmet ve hizmetini müesseseler kurarak da fiilen göstermiştir. Peygamber soyuna mensup Seyyid (Hz. Hüseyin) ve Şeriflerin (Hz. Hasan) şecerelerini çıkarıp kaydetmek ve her türlü hizmetlerini görmek amacıyla “Nâkibü’l Eşraflık” müessesesi kurmuş ve başına da Âl-i Beyt’ten “Nâkibü’l Eşraf” adlı bir memur atamıştır. Osmanlı, Nâkibü’l Eşraflara hürmet ve ihtiramda o kadar ileri gitmiştir ki, mesela III. Ahmed, I. Mahmud ve III. Mustafa’nın Eyüp Sultan türbesindeki cülus merasimlerinde, şeyhülislâm ile beraber Nâkibü’l Eşraf kılıç kuşandırmıştır. Savaşlarda ise, padişahla birlikte Nâkibü’l Eşraf da sefere katılmış ve Hz. Peygamber’in sancağı dibinde yürümüştür.
III. Selim’in Nât’ı
Sultan III. Selim, Fahr-i Kâinat’ın nezih ruhuna ithafen yazdığı Nât’ta, şu benzersiz duyguları terennüm etmiştir:
N’ola fahr etse yazarken hâme na’t u midhatin,
Ol Resûl-i Kibriyânın vasf-ı zât-ı devletin.
Bî-nazîr mahbûb-ı Hak’tır görmemiş mislin felek,
Nûrdan bir serve benzetmiş görenler kâmetin.
…
Sultan II. Mahmud’un Şiiri
II. Mahmud, O’na olan sevgisinin bir alameti olarak Hz. Peygamber’in Kabr-i Şerifi üzerindeki Yeşil Kubbe’yi (Kubbetu’l Hadra) yaptırmıştır. Ayrıca, 1820’de patlak veren Vehhabi İsyanında yıkılan bütün eserleri yeniden inşa ve ihyâ etmiştir. Bu münasebetle, Hücre-i Saâdet’e hediye ettiği şamdanla birlikte gönderdiği şiir, onun Resûlullah’a hürmet ve muhabbetinin beliğ bir vesikasıdır:
Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!
Murâdımdır Ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravzaya şâyeste destâvri-i nâçizim,
Kabulünde kıl ihsân ve inâyet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i’lâm,
Cenâbındandır ihsân ve mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahîlek, el-emân, sad-el-emân, dergahına düşdüm
Terahhüm kıl, bana eyle şefaat yâ Resûlallah!
Dü-âlemde kıl istishâb hân-ı Mahmûd-i adlîyi,
Senindir evvel ve âhirde devlet yâ Resûlallah!
Abdülmecid’in Emsalsiz Hürmeti
Tanzimat’ın ve batılılaşmanın mimarlarından olan Sultan Abdülmecid’in bile Hz. Peygambere ve Haremeyn’e sonsuz bir saygı beslediği İlmiye Salnâmesinde şöyle anlatılmıştır: “Cennetmekân Abdülmecid Han Hazretleri Ravza-i Mutahhara-i Risâletpenâhinin tamir ve tezyin-i zahiresine fevkalade sureti itina gösterdi.” Devamla, kıymetli levhalar, avizeler, kitaplar ve çeşitli sanat eserlerini hazırlatıp göndereceği sırada, bir levhada “Şah-ı şahan-ı cihan (Cihan Padişahı) Abdülmecid” yazısını görünce, hemen müdahale ederek; “Çâker-i Fahr-i Resul Abdulmecid” (Resulullah’ın kölesi Abdülmecid) ibaresini yazdırdı. Ve; “Ben kimim ki Sultanu’l Enbiya Efendimiz Hazretlerinin tahtgah-ı risaletpenahilerinde böyle evsaf ile yâd olunayım?” Dedi.
Sultan Abdülaziz’in Numune Davranışı
Sultan Abdülaziz’in, Medine-i Münevvere’den gelen bir dilekçe kendisine uzatıldığında, hasta yatağından fırlayarak söylediği şu ibret dolu sözler, ceddimizin kutsal topraklara duyduğu engin hürmeti ifade etmesi bakımından mükemmel bir numunedir: “Haremeyn’den, Allah Resûlu’nun komşularından gelen talepler, yatarak; edebe aykırı halde dinlenmez!” Ayrıca, Medine-i Münevvere postasının her gelişinde abdest tazelemiş; “Bunlarda Medine-i Münevvere’nin tozu var” dedikten ve alnına götürüp öptükten sonra okutmuştur.
II. Abdülhamid Han’ın Hassasiyeti
Hz. Peygambere ve O’nun davasına, ataları gibi en fazla gönül verip, kendini adayan hakanlardan bir başkası da Sultan II. Abdülhamid idi. Abdülhamid Han, Peygamberimize olan tazim ve muhabbetini, O’nun kutsal beldesine hizmetler götürmekle ve İslâm Birliği gayesini gerçekleştirmeye çabalamakla göstermiştir. Yaptığı ilk işlerden biri, Kubbetu’l Hadra’nın üzerine 24 ayar som altından bir alem diktirmek olmuştur.
Hicaz bölgesiyle bağları kuvvetlendirmek ve ulaşımı kolaylaştırmak maksadıyla hayata geçirdiği Hicaz ve Bağdat Demiryolu ise hizmetlerinin zirvesidir. Projenin gerçekleşmesi için bizzat 50 bin lira bağışta bulunmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada, Sultan’ın verdiği şu özel talimat; onun, Ehl-i Beyt’in şahsında Hz. Peygambere (sav) sevgi, saygı ve bağlılığını göstermesi açısından emsalsiz bir misâldir: “Aletlerin üzerine keçeler sarınız ki, fazla gürültü olmasın ve Ehl-i Beyt’in ve burada yatanların ruhları rahatsız olmasın!”
Sultan Reşad ve Son Sürre Alayı
Devlet-i Âl-i İslâm’ın, mukaddes mekânlara gönülden bağlılığının en önemli göstergelerinden biri de, her yıl hac mevsiminde Mekke ve Medine’deki Seyyid, Şerif, ulema ve fakirlere para ve hususî hediyeler götüren “Sürre Alayları”dır. İlk kez Çelebi Mehmed devrinde tertiplenen Sürre Alayları’nın taşıdığı en kutsal hediye Kâ’be örtüsüydü ve yenisiyle değiştirilen eski örtü büyük bir hürmet ve itina ile getirilerek çeşitli camilere pay edilirdi. Devlet, Sürre Alayları’na o denli ehemmiyet veriyordu ki, çöküş devrine girdiği I. Dünya Harbi’nde bile Sultan Reşad, yabancılardan borç almak pahasına ecdadından tevârüs eden bu harikulade geleneği kesintiye uğratmamıştır.
Kaynak:
İsmail Çolak, Doğu-Batı Kavşağında Osmanlı, İstanbul 2004, Okul Yay; Tarihin Gizem Dolu Sırları, İstanbul 2006, Akis Kitap; Osmanlı’nın Keşfedilmemiş Sırları, İstanbul 2007, Akis Kitap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder