25 Ağustos 2016 Perşembe

dünya nüfusu 2050



Deutsche Bank’ın
yaptığı araştırmaya göre, Birleşmiş Milletler’in tahminlerindekinin
aksine, ölümsüzlük iksiri bulunmadığı sürece, dünya nüfusu 2055 yılında
8.7 milyara yükselip 2100’de tekrar 8 milyara gerileyecek.


Dünyamız demografik gidişatında bir dönemeçe yaklaşıyor ve gün geçtikçe yer küre nüfusunun bir noktada azalacağını düşünen uzmanların sayısı artıyor. İsrailli fütürist ve beklentisel antropoloji uzmanı David Passig de alman banka kuruluşu Deutsche Bank’ın dünya nüfusu araştırmalarındaki bulguları destekliyor. Passig’in 2050 adlı dünyanın geleceği konusunda tahminler içeren ve farklı araştırmalara dayandırılan kitabında da dünya nüfusunun 2050 yılına kadar 9 ila 10 milyar arasında bir rakama ulaşacağı ve ardından azalmaya başlayacağı iddia ediliyor. Bunun araştırmacıya göre birkaç sebebi var. Bunlardan en önemlisi doğum kontrol yöntemlerine erişim, arkasından ailelerin gelir seviyelerinin yükselmesi ve birçok toplumda yayılan aile planlaması. Bunların beraberinde getirdiği bariz küçülme eğilimleri 21. yüzyılın başında tehlikeli bir hal alıyor. Passig, yaklaşık 45.000 yıldan beri dünya üzerinde var olan ‘homo sapien’lerin yer küre üzerindeki sayılarının zirveye ulaşmadan önce dramatik bir şekilde yaşlanacağını, sosyal ve ekonomik kurumların yetersiz kalacağını ve buna bağlı olarak jeopolitik süreçlerin büyük değişiklikler yaşayacağını belirtiyor. Birleşmiş Milletler’in yaptığı son araştırmalar ise bu görüşlerin tersini iddia ederek, şu anda 7.2 milyar olan dünya nüfusunun 2050’de 9.6 milyara, 2100’de ise daha da artarak 10.9 milyara çıkacağını savunuyor.

Deutsche Bank demografı Sanjeev Sanyal, Birleşmiş Milletler’in hesaplamalarının tahminlerinde yanıldığını, ve dünyanın her bölgesinde doğum hızının 2025 yılına kadar kaba doğum oranına düşeceğini, yani canlı doğum sayısının ölüm sayısına yaklaşacağını ifade ediyor. Sanyal, Küresel nüfusun birkaç on yıl boyunca devam edeceğini fakat artından “Büyük Küçülme” dönemine gireceğini söylüyor. Deutsche Bank tahminlerine göre dünya nüfusu Birleşmiş Milletler’in tahminlerinden en az yarım yüzyıl kadar önce zirve yapacak ve ardından düşüşe geçecek. Araştırmaya göre gelişmiş ülkeler uzun süreden beri düşük doğum oranlarına sahipken, Çin, Rusya, Güney Kore ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerse bugün doğum oranlarında en büyük düşüşleri yaşayan ülkeler.

Ülkeler zenginleştikçe doğum oranları düşüyor

Araştırmanın yazarı Sanjeev Sanyal’ın tahminlerine göre bir ülkenin nüfusunun uzun vadede artmaya devam edebilmesi için bir kadının doğurganlık oranının ortalama 2.3 bebek olması gerekiyor. Fakat dünyanın doğum oranındaki artış 1950’lerden itibaren düşmeye başladı. Almanya ve Japonya’nın toplam doğum oranı, yeterli oranın çok altında bir rakamla 1.4 iken, Güney Kore’nin 1950’lerdeki 5 bebek oranı bugün 1.3’e, Brezilyanın toplam doğum oranı ise aynı dönem içinde 6.2’den 1.8’e düştü. Bu trendler göz önünde bulundurulduğunda dünyanın doğum hızı, nüfusun artması için yeterli oranların altına düşüyor. Sanyal’ın deyişiyle, türümüz 2055 itibariyle yayılmayı durduracak ve sayımız azalacak.

2050 adlı kitabın yazarı fütürist David Passig’in araştırmalarına göre ise dünyanın önde gelen 60 ülkesinin nüfusu 2050 yılında önemli ölçüde azalacak. Bu 60 ülke, dünya nüfusunun yüzde 44’ünü oluşturan ülkeler olacak. Özellike doğum oranı 0.75 olan Çin, tek çocuk politikasının son 30 yıldır uygulanması sonucu, hükümetin son reformlarına rağmen, nüfusunun yüzde 20 ila 30 kadarını kaybedecek. Avrasya üzerinde ise Rusya’nın şimdiden her yıl 750 bin kaybettiği 145 milyonluk nüfusu, 2050 yılına kadar 100 milyona düşecek. Doğal artış oranı şu an sadece 0.7 olan Ukrayna da nüfusunun neredeyse yüzde 50’sini kaybedecek. Passig’e göre, çoğu araştırmacının varsayımının tersine, nüfusun azalması bir ekonomik krizin sonucu değil. Hatta durum bunun tam tersi. Ülkeler zenginleştikçe doğal artış oranı daha çabuk düşüyor. Özellikle batılı yaşam tarzını benimseyen ve dünya nüfusunda büyüyen orta sınıf artık çok çocuk yapmayı tercih etmiyor.

Deutsche Bank dünya nüfusu hakkındaki raporunun sık sık eleştirdiği Birleşmiş Milletler’in (BM) son dünya nüfus tahminlerine göre ise ülke bazında çok ilginç bulgulara rastlanıyor. Örneğin Hindistan’ın 2028 yılında Çin’in nüfusunu her iki ülkenin nüfusu da 1.45 milyar civarındayken geçeceğini ön gören BM raporunda, Hindistan’ın nüfusunun birkaç on yıl daha artarak 1.6 milyara ulaşacağı sonrasında ise 2100 yılına kadar yavaşça 1.5 milyara gerileyeceği belirtiliyor. Yüzyılın sonuna doğru ise Nijerya’nın, Çin’e rakip olarak dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi olacağı ön görülüyor. Deutsche Bank’ın araştırmasına göre ise Nijerya ancak aynı doğum hızında sabit kalabilirse böyle bir büyüme gösterebilir. Ya da ABD için 314 milyondan 461 milyona yükseleceği tahminin edilen BM raporunu, Deutsche Bank demografı Sanyal, “ABD’nin doğum oranı şimdiden gerekli seviyenin altındayken, nasıl olur da ülke nüfusu bu kadar artabilir” diyerek eleştiriyor ve göçmenlerin nüfus artışına böylesi bir katkısı olamayacağını ifade ediyor.

BM raporuna göre 2100 yılı itibariyle, Endonezya, Tanzanya, Pakistan, Kongo, Etiyopya, Uganda ve Nijerya’nın nüfusu 200 milyonun üzerinde olacak. Dünyanın yaşayacağı nüfus artışının büyük kısmının gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanacağını söyleyen BM raporuna göre, özellikle doğum oranı yüksek olan Afrika ülkelerinin ve geniş nüfuslu Hindistan, Endonezya, Pakistan, Filipinler ve ABD’nin bu artışa katkı sağlamaya devam ediyor olacak.

Çin nüfusundaki değişimin ciddi sosyal sonuçları var

İsrailli fütüristin araştırmalarına ve Çin devlet istatistiklerine göre, dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en büyük nüfuslu ülkesinin iş gücü 2020 yılında yok olmaya başlayacak ve yaş ortalaması ABD gibi ülkelerinkinden çok daha yüksek olacak. Deutsche Bank demografı Sanyal da, nüfusu ile saatli bombaya dönüştüğü düşünülen Çin’in artık nüfusunu devamlı artırmaya yeterli bir doğum oranı olmadığını belirtiyor. Deutsche Bank gelecek tahminlerine göre, Çin gibi iş gücü kaynağı bir ülkenin nüfusu yaşlandıkça ve küçüldükçe, Endonezya, Filipinler ve Hindistan gibi ülkeler küresel iş gücü için kilit ülkeler olacak, ABD ise 2050’lere kadar iş gücü havuzunu özellikle göçlerle büyütmeye devam edecek. Çin’de yaşanan bir diğer olumsuz sosyal sonuç ise özel olarak bu ülke nüfusundaki cinsiyet dağılımından kaynaklanıyor. Çin geleneksel değerlerinin erkek çocuğa kız çocuktan daha fazla değer vermesi sonucu ülke nüfusu sadece yaş dağılımında değil cinsiyet oranlarında da kayma yaşadı. Time dergisindeki habere göre ülkede bugün 15 yaşın altında erkeklerin sayısı kızlardan 18 milyon daha fazla ve 2020’de bir eş bulamayacak evlenecek yaşta erkek nüfusu 30 milyar olacak. Cinsiyet dağılımındaki eşitsizlik ülkedeki suç oranlarını, kadın ticaretini ve cinsel şiddeti artırıyor ve sosyal adaletsizliği tetikleyebilir. 2010’da ülkede 180 bin gösteri, isyan ve kitlesel olay meydana gelmişti. Bu rakam 5 yıl öncesinin neredeyse iki katına denk geliyor.

Yaşam süresi uzadıkça dünya nüfusu yaşlanıyor

Passig’in beklentisel gelecek tahminlerine yer verdiği 2050 adlı kitabında, Dünya Sağlık Örgütü verilerine dayandırdığı bilgiye göre 21. Yüzyılın başında gelişmiş olan ülkelerde ortalama sağlıklı yaşam süresi 70 yıla yükseldi. Bu senelerden sonra ise genelde kişiler kronik hastalıklara yakalanıyor ve yaşam beklentisine beş veya on yıl daha katıyor. Bu gelişmeler sebebiyle Passig’e göre yüzyılın ortalarına doğru insanoğlunun bugüne kadarki nüfus dağılımı tamamen tersine dönecek. Geçmişte 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 3-4’ün üstüne çıkamazken, beş yaşından küçük çocukların nüfus yüzdesi 15-20 civarlarında seyrederdi. Fakat belirtilen hız eğilimleri günümüzdeki gibi devam ederse, 5 yaşın altındaki çocuk sayısı, 2020 yılına gelmeden, 65 yaşın üstündeki nüfusa eşit olacak. Araştırmada, nüfus dağılımındaki bu ciddi değişimin, toplumların sosyal hizmet temellerini sarsacağı ifade ediliyor. Ekonomik açıdan da ciddi sonuçları olacak bu nüfus değişiminin sosyal açıdan şimdiden birçok ülkede ciddi sonuçları boy göstermeye başladı bile. Örneğin, Time dergisinin Çin nüfusu üzerine derlediği habere göre bugün ülkede günlük aktivitelerine yerine getirmek için yardıma ihtiyacı olan ve bunu ailelerinden alan Çin’li yaşlıların oranı yüzde 88.7.

Avrupa kıtası her yıl üç milyon kişi kaybedecek

Passig, ayrıca Avrupa’nın da sadece kara veba döneminde görülen bir düşüş yaşayacağını, kıta nüfusunun her yıl 700 bin kişi kaybettiğini ve 2050’ye doğru her yıl 3 milyon kaybedeceğini ön görüyor. Yaşlı nüfus sebebiyle talep ve tüketim oranlarının da düştüğünün altını çizen Passig, günümüzde daha az çocuk olmasının, ileride ekonomiyi döndürecek ve büyük alımlar yapacak daha az insan olacağı anlamına geldiğini söylüyor. Sosyal açıdan ise daha az sayıda çocuk, yaşlı nüfusa bakacak sosyal güvenlik ağlarını destekleyemeyecek kadar küçük iş gücü demektir.

Dünyanın hızla yaşlanan nüfusu neleri değiştirecek?

Nüfus dağılımındaki bu eğilimler Passig’e göre, hayal etmesi çok da zor olmayan bazı süreçlere yol açacak. İsrail’li fütüristin araştırmalarına göre dünya üzerindeki toplumlardan ancak çok azı büyümeye devam edecek, bağımsızlık ve ekonomik gelecek sağlayacak. Bunlardan en büyüğü ise doğurganlık oranı değil fakat aldığı göç sayesinde ABD olacak. Ülke nüfusu Passig’in araştırmalarına göre 2020 yılına kadar 300 milyondan 400 milyona çıkacak. Çarpıcı bir şekilde büyümesi beklenen diğer ülkelerden biri ise İsrail. Araştırmalara göre yüzyılın ortasında İsrail’in yeşil çizginin içi denen ve sadece İsrail yönetiminde olan alanlarında (Filistinlilerin yönettiği Gazze, Batı Şeria ve ortak yönetilen alanlar hariç tutularak) 15-20 milyon kişi yaşayacak. İş gücü eksikliğinin bir çok ülkede hissedileceğinin altını çizen Passig, özellikle teknoloji ve bilgi endüstrilerinde bu eksikliğin daha belirgin olacağını öngörüyor.

Passig’in araştırmalarında varılan bulgulardan en önemlisi ise, toplumların kendilerini korumaya yönelten ilkel korkularında büyük değişiklikler yaşanacağı. Bu süreçlerin toplumları kriz dönemlerinde daha savunmasız bırakacağını düşünen fütürist, toplumların liderlerinin en ufak bir uluslararası risk almasını engelleyeceğini öngörüyor. Passig’in bulguları, günümüzde ekonomi, kültür ve güvenlik alanlarında iki taraflı görüşmelerde karşı tarafa ciddi anlamda güvensizlik ve endişe duymaya alışık olduğumuzu fakat ileride panik duygusu içinde ülkelerin mantıksız hamleler yapabileceğine ihtimal veriyor. 20. Yüzyılda köleliğin kalkmasının sebebinin Çin ve Asya’da bulunan ucuz iş gücü olduğunu söyleyen Passig, bu ülkelerde yeteri kadar çocuk ve genç kalmadığında ne olacağı konusuna değinen rapor, hala genç işçi gücüne sahip ülkelere “ekonomik nüfus” adının verilebileceğini öngörüyor.

Deutsche Bank demografı Sanyal ise dünya nüfusundaki değişimlerin yaratacağı sosyo-ekonomik sonuçları birkaç başlıkta topluyor. Yaşlanan toplumların emeklilik yaşının artacağını öngören Sanyal, kişlerin 60’lı 70’li yaşlarında çalışmaya devam edeceğini ve daha fit olacaklarını söylüyor. Bu sebeple araştırmaya göre ülkelerin sağlık hizmetleri artmayacak fakat daha az yeni doğan ve daha fazla yaşlı nüfus sebebiyle medikal hizmetlerin yelpazesi değişecek. Çi, çalışan nüfusu küçüldükçe “dünyanın fabrikası” sıfatından çok “dünyanın yatırımcısı” konumuna yükselecek. Bu durum, Endonezya, Filipinler ve en önemlisi Hindistan gibi daha genç gelişmekte olan ekonomilerin önünü açacak. Bu ülkeleri daha da genç gelişmekte olan Nijerya gibi ülkeler takip edecek. ABD ve Almanya gibi bazı gelişmiş ülkelerin iş gücü nüfusu şaşırtıcı şekilde büyümeye devam edecek çünkü bu ülkelerin göçmen kabul edilebilirliği daha da esnekleşecek.

           
nufustablo.jpg


Nella solneshko

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder