Deutsche Bank’ın yaptığı araştırmaya göre, Birleşmiş Milletler’in tahminlerindekinin aksine, ölümsüzlük iksiri bulunmadığı sürece, dünya nüfusu 2055 yılında 8.7 milyara yükselip 2100’de tekrar 8 milyara gerileyecek.
Dünyamız
demografik gidişatında bir dönemeçe yaklaşıyor ve gün geçtikçe yer küre
nüfusunun bir noktada azalacağını düşünen uzmanların sayısı artıyor.
İsrailli fütürist ve beklentisel antropoloji uzmanı David Passig de
alman banka kuruluşu Deutsche Bank’ın dünya nüfusu araştırmalarındaki
bulguları destekliyor. Passig’in 2050 adlı dünyanın geleceği konusunda
tahminler içeren ve farklı araştırmalara dayandırılan kitabında da dünya
nüfusunun 2050 yılına kadar 9 ila 10 milyar arasında bir rakama
ulaşacağı ve ardından azalmaya başlayacağı iddia ediliyor. Bunun
araştırmacıya göre birkaç sebebi var. Bunlardan en önemlisi doğum
kontrol yöntemlerine erişim, arkasından ailelerin gelir seviyelerinin
yükselmesi ve birçok toplumda yayılan aile planlaması. Bunların
beraberinde getirdiği bariz küçülme eğilimleri 21. yüzyılın başında
tehlikeli bir hal alıyor. Passig, yaklaşık 45.000 yıldan beri dünya
üzerinde var olan ‘homo sapien’lerin yer küre üzerindeki sayılarının
zirveye ulaşmadan önce dramatik bir şekilde yaşlanacağını, sosyal ve
ekonomik kurumların yetersiz kalacağını ve buna bağlı olarak jeopolitik
süreçlerin büyük değişiklikler yaşayacağını belirtiyor. Birleşmiş
Milletler’in yaptığı son araştırmalar ise bu görüşlerin tersini iddia
ederek, şu anda 7.2 milyar olan dünya nüfusunun 2050’de 9.6 milyara,
2100’de ise daha da artarak 10.9 milyara çıkacağını savunuyor.
Deutsche
Bank demografı Sanjeev Sanyal, Birleşmiş Milletler’in hesaplamalarının
tahminlerinde yanıldığını, ve dünyanın her bölgesinde doğum hızının 2025
yılına kadar kaba doğum oranına düşeceğini, yani canlı doğum sayısının
ölüm sayısına yaklaşacağını ifade ediyor. Sanyal, Küresel nüfusun birkaç
on yıl boyunca devam edeceğini fakat artından “Büyük Küçülme” dönemine
gireceğini söylüyor. Deutsche Bank tahminlerine göre dünya nüfusu
Birleşmiş Milletler’in tahminlerinden en az yarım yüzyıl kadar önce
zirve yapacak ve ardından düşüşe geçecek. Araştırmaya göre gelişmiş
ülkeler uzun süreden beri düşük doğum oranlarına sahipken, Çin, Rusya,
Güney Kore ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerse bugün doğum
oranlarında en büyük düşüşleri yaşayan ülkeler.
Ülkeler zenginleştikçe doğum oranları düşüyor
Araştırmanın
yazarı Sanjeev Sanyal’ın tahminlerine göre bir ülkenin nüfusunun uzun
vadede artmaya devam edebilmesi için bir kadının doğurganlık oranının
ortalama 2.3 bebek olması gerekiyor. Fakat dünyanın doğum oranındaki
artış 1950’lerden itibaren düşmeye başladı. Almanya ve Japonya’nın
toplam doğum oranı, yeterli oranın çok altında bir rakamla 1.4 iken,
Güney Kore’nin 1950’lerdeki 5 bebek oranı bugün 1.3’e, Brezilyanın
toplam doğum oranı ise aynı dönem içinde 6.2’den 1.8’e düştü. Bu
trendler göz önünde bulundurulduğunda dünyanın doğum hızı, nüfusun
artması için yeterli oranların altına düşüyor. Sanyal’ın deyişiyle,
türümüz 2055 itibariyle yayılmayı durduracak ve sayımız azalacak.
2050
adlı kitabın yazarı fütürist David Passig’in araştırmalarına göre ise
dünyanın önde gelen 60 ülkesinin nüfusu 2050 yılında önemli ölçüde
azalacak. Bu 60 ülke, dünya nüfusunun yüzde 44’ünü oluşturan ülkeler
olacak. Özellike doğum oranı 0.75 olan Çin, tek çocuk politikasının son
30 yıldır uygulanması sonucu, hükümetin son reformlarına rağmen,
nüfusunun yüzde 20 ila 30 kadarını kaybedecek. Avrasya üzerinde ise
Rusya’nın şimdiden her yıl 750 bin kaybettiği 145 milyonluk nüfusu, 2050
yılına kadar 100 milyona düşecek. Doğal artış oranı şu an sadece 0.7
olan Ukrayna da nüfusunun neredeyse yüzde 50’sini kaybedecek. Passig’e
göre, çoğu araştırmacının varsayımının tersine, nüfusun azalması bir
ekonomik krizin sonucu değil. Hatta durum bunun tam tersi. Ülkeler
zenginleştikçe doğal artış oranı daha çabuk düşüyor. Özellikle batılı
yaşam tarzını benimseyen ve dünya nüfusunda büyüyen orta sınıf artık çok
çocuk yapmayı tercih etmiyor.
Deutsche
Bank dünya nüfusu hakkındaki raporunun sık sık eleştirdiği Birleşmiş
Milletler’in (BM) son dünya nüfus tahminlerine göre ise ülke bazında çok
ilginç bulgulara rastlanıyor. Örneğin Hindistan’ın 2028 yılında Çin’in
nüfusunu her iki ülkenin nüfusu da 1.45 milyar civarındayken geçeceğini
ön gören BM raporunda, Hindistan’ın nüfusunun birkaç on yıl daha artarak
1.6 milyara ulaşacağı sonrasında ise 2100 yılına kadar yavaşça 1.5
milyara gerileyeceği belirtiliyor. Yüzyılın sonuna doğru ise
Nijerya’nın, Çin’e rakip olarak dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi
olacağı ön görülüyor. Deutsche Bank’ın araştırmasına göre ise Nijerya
ancak aynı doğum hızında sabit kalabilirse böyle bir büyüme
gösterebilir. Ya da ABD için 314 milyondan 461 milyona yükseleceği
tahminin edilen BM raporunu, Deutsche Bank demografı Sanyal, “ABD’nin
doğum oranı şimdiden gerekli seviyenin altındayken, nasıl olur da ülke
nüfusu bu kadar artabilir” diyerek eleştiriyor ve göçmenlerin nüfus
artışına böylesi bir katkısı olamayacağını ifade ediyor.
BM
raporuna göre 2100 yılı itibariyle, Endonezya, Tanzanya, Pakistan,
Kongo, Etiyopya, Uganda ve Nijerya’nın nüfusu 200 milyonun üzerinde
olacak. Dünyanın yaşayacağı nüfus artışının büyük kısmının gelişmekte
olan ülkelerden kaynaklanacağını söyleyen BM raporuna göre, özellikle
doğum oranı yüksek olan Afrika ülkelerinin ve geniş nüfuslu Hindistan,
Endonezya, Pakistan, Filipinler ve ABD’nin bu artışa katkı sağlamaya
devam ediyor olacak.
Çin nüfusundaki değişimin ciddi sosyal sonuçları var
İsrailli
fütüristin araştırmalarına ve Çin devlet istatistiklerine göre,
dünyanın ikinci büyük ekonomisi ve en büyük nüfuslu ülkesinin iş gücü
2020 yılında yok olmaya başlayacak ve yaş ortalaması ABD gibi
ülkelerinkinden çok daha yüksek olacak. Deutsche Bank demografı Sanyal
da, nüfusu ile saatli bombaya dönüştüğü düşünülen Çin’in artık nüfusunu
devamlı artırmaya yeterli bir doğum oranı olmadığını belirtiyor.
Deutsche Bank gelecek tahminlerine göre, Çin gibi iş gücü kaynağı bir
ülkenin nüfusu yaşlandıkça ve küçüldükçe, Endonezya, Filipinler ve
Hindistan gibi ülkeler küresel iş gücü için kilit ülkeler olacak, ABD
ise 2050’lere kadar iş gücü havuzunu özellikle göçlerle büyütmeye devam
edecek. Çin’de yaşanan bir diğer olumsuz sosyal sonuç ise özel olarak bu
ülke nüfusundaki cinsiyet dağılımından kaynaklanıyor. Çin geleneksel
değerlerinin erkek çocuğa kız çocuktan daha fazla değer vermesi sonucu
ülke nüfusu sadece yaş dağılımında değil cinsiyet oranlarında da kayma
yaşadı. Time dergisindeki habere göre ülkede bugün 15 yaşın altında
erkeklerin sayısı kızlardan 18 milyon daha fazla ve 2020’de bir eş
bulamayacak evlenecek yaşta erkek nüfusu 30 milyar olacak. Cinsiyet
dağılımındaki eşitsizlik ülkedeki suç oranlarını, kadın ticaretini ve
cinsel şiddeti artırıyor ve sosyal adaletsizliği tetikleyebilir. 2010’da
ülkede 180 bin gösteri, isyan ve kitlesel olay meydana gelmişti. Bu
rakam 5 yıl öncesinin neredeyse iki katına denk geliyor.
Yaşam süresi uzadıkça dünya nüfusu yaşlanıyor
Passig’in
beklentisel gelecek tahminlerine yer verdiği 2050 adlı kitabında, Dünya
Sağlık Örgütü verilerine dayandırdığı bilgiye göre 21. Yüzyılın başında
gelişmiş olan ülkelerde ortalama sağlıklı yaşam süresi 70 yıla
yükseldi. Bu senelerden sonra ise genelde kişiler kronik hastalıklara
yakalanıyor ve yaşam beklentisine beş veya on yıl daha katıyor. Bu
gelişmeler sebebiyle Passig’e göre yüzyılın ortalarına doğru
insanoğlunun bugüne kadarki nüfus dağılımı tamamen tersine dönecek.
Geçmişte 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 3-4’ün üstüne çıkamazken, beş
yaşından küçük çocukların nüfus yüzdesi 15-20 civarlarında seyrederdi.
Fakat belirtilen hız eğilimleri günümüzdeki gibi devam ederse, 5 yaşın
altındaki çocuk sayısı, 2020 yılına gelmeden, 65 yaşın üstündeki nüfusa
eşit olacak. Araştırmada, nüfus dağılımındaki bu ciddi değişimin,
toplumların sosyal hizmet temellerini sarsacağı ifade ediliyor. Ekonomik
açıdan da ciddi sonuçları olacak bu nüfus değişiminin sosyal açıdan
şimdiden birçok ülkede ciddi sonuçları boy göstermeye başladı bile.
Örneğin, Time dergisinin Çin nüfusu üzerine derlediği habere göre bugün
ülkede günlük aktivitelerine yerine getirmek için yardıma ihtiyacı olan
ve bunu ailelerinden alan Çin’li yaşlıların oranı yüzde 88.7.
Avrupa kıtası her yıl üç milyon kişi kaybedecek
Passig,
ayrıca Avrupa’nın da sadece kara veba döneminde görülen bir düşüş
yaşayacağını, kıta nüfusunun her yıl 700 bin kişi kaybettiğini ve
2050’ye doğru her yıl 3 milyon kaybedeceğini ön görüyor. Yaşlı nüfus
sebebiyle talep ve tüketim oranlarının da düştüğünün altını çizen
Passig, günümüzde daha az çocuk olmasının, ileride ekonomiyi döndürecek
ve büyük alımlar yapacak daha az insan olacağı anlamına geldiğini
söylüyor. Sosyal açıdan ise daha az sayıda çocuk, yaşlı nüfusa bakacak
sosyal güvenlik ağlarını destekleyemeyecek kadar küçük iş gücü demektir.
Dünyanın hızla yaşlanan nüfusu neleri değiştirecek?
Nüfus
dağılımındaki bu eğilimler Passig’e göre, hayal etmesi çok da zor
olmayan bazı süreçlere yol açacak. İsrail’li fütüristin araştırmalarına
göre dünya üzerindeki toplumlardan ancak çok azı büyümeye devam edecek,
bağımsızlık ve ekonomik gelecek sağlayacak. Bunlardan en büyüğü ise
doğurganlık oranı değil fakat aldığı göç sayesinde ABD olacak. Ülke
nüfusu Passig’in araştırmalarına göre 2020 yılına kadar 300 milyondan
400 milyona çıkacak. Çarpıcı bir şekilde büyümesi beklenen diğer
ülkelerden biri ise İsrail. Araştırmalara göre yüzyılın ortasında
İsrail’in yeşil çizginin içi denen ve sadece İsrail yönetiminde olan
alanlarında (Filistinlilerin yönettiği Gazze, Batı Şeria ve ortak
yönetilen alanlar hariç tutularak) 15-20 milyon kişi yaşayacak. İş gücü
eksikliğinin bir çok ülkede hissedileceğinin altını çizen Passig,
özellikle teknoloji ve bilgi endüstrilerinde bu eksikliğin daha belirgin
olacağını öngörüyor.
Passig’in
araştırmalarında varılan bulgulardan en önemlisi ise, toplumların
kendilerini korumaya yönelten ilkel korkularında büyük değişiklikler
yaşanacağı. Bu süreçlerin toplumları kriz dönemlerinde daha savunmasız
bırakacağını düşünen fütürist, toplumların liderlerinin en ufak bir
uluslararası risk almasını engelleyeceğini öngörüyor. Passig’in
bulguları, günümüzde ekonomi, kültür ve güvenlik alanlarında iki taraflı
görüşmelerde karşı tarafa ciddi anlamda güvensizlik ve endişe duymaya
alışık olduğumuzu fakat ileride panik duygusu içinde ülkelerin mantıksız
hamleler yapabileceğine ihtimal veriyor. 20. Yüzyılda köleliğin
kalkmasının sebebinin Çin ve Asya’da bulunan ucuz iş gücü olduğunu
söyleyen Passig, bu ülkelerde yeteri kadar çocuk ve genç kalmadığında ne
olacağı konusuna değinen rapor, hala genç işçi gücüne sahip ülkelere
“ekonomik nüfus” adının verilebileceğini öngörüyor.
Deutsche
Bank demografı Sanyal ise dünya nüfusundaki değişimlerin yaratacağı
sosyo-ekonomik sonuçları birkaç başlıkta topluyor. Yaşlanan toplumların
emeklilik yaşının artacağını öngören Sanyal, kişlerin 60’lı 70’li
yaşlarında çalışmaya devam edeceğini ve daha fit olacaklarını söylüyor.
Bu sebeple araştırmaya göre ülkelerin sağlık hizmetleri artmayacak fakat
daha az yeni doğan ve daha fazla yaşlı nüfus sebebiyle medikal
hizmetlerin yelpazesi değişecek. Çi, çalışan nüfusu küçüldükçe “dünyanın
fabrikası” sıfatından çok “dünyanın yatırımcısı” konumuna yükselecek.
Bu durum, Endonezya, Filipinler ve en önemlisi Hindistan gibi daha genç
gelişmekte olan ekonomilerin önünü açacak. Bu ülkeleri daha da genç
gelişmekte olan Nijerya gibi ülkeler takip edecek. ABD ve Almanya gibi
bazı gelişmiş ülkelerin iş gücü nüfusu şaşırtıcı şekilde büyümeye devam
edecek çünkü bu ülkelerin göçmen kabul edilebilirliği daha da
esnekleşecek.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder