4 Temmuz 2016 Pazartesi

Hazreti Muhammed (s.a.v) ‘in Savaş Stratejisi


Hazreti Muhammed (s.a.v) ‘in Savaş Stratejisi
Rasulullah savaş stratejisini, taktik harekâtları ve askerî operasyonları planlayarak,
İslâm'da askerlik ilminin pratik olarak ilk öğreticisi olmuştur. Planladıklarını büyük bir
kesinlik ve başarı ile yerine getirip hedeflerine ulaşarak, düşmanlarıyla ustalıkla ve
akıllıca savaşmış ve onların maneviyatını, askerî gücünü yok ederek bütün
cephelerde yenilgiye uğratmıştır. Düşmanın plan ve taktiklerini altetmek için kendi
savaş stratejisini geliştirmiş, taktik manevralarda yine kendine ait teknikleri
uygulamıştır. Hz. Peygamber'ın yaptığı bütün stratejik manevralar ve taktik
operasyonlar gerçeklere dayanıyor, zaman ve yerin pratik gereklerine göre hikmetli
ve akıllıca yerine getiriliyordu. Bedir, Uhud, Huneyn ve Ahzab savaşlarında olduğu
gibi düşmanları onun stratejik manevralarının çok büyük baskısı altında kaldı. Ve
bazılarında da bu düşmanlar maneviyatlarını tamamen yitirdiler; Mekke'nin fethi sı-rasında Kureyşlilere olduğu gibi düşmanın bütün arzu ve hükümleri bütünüyle yıkıldı.
Rasulullah'ın savaş strateji ve taktikleri düşmanın anlama melekesinin çok üzerinde
idi. Düşmana stratejik hareketleriyle her savaşta sürpriz yapmış ve savaşlarında bir
stratejiyi asla iki kere kullanmamıştır. Bedir'de savaş düzeniyle düşmanını şaşırtmış,
Uhud da ordusunun, arkadan okçularla desteklenen müdafaa safları İle düşmanını
baskı altına almış ve Ahzab savaşında uyguladığı ye ni savunma tekniğiyle düşmanı
tam manasıyla saf dışı bırakmıştı.
Rasulullah düşmanlarına karşı bütün savaş stratejisi unsurlarını tam manasıyla ve
başarı ile kullanmaya muktedirdi ve onlara nadiren karşı koyma fırsatı verdi. Daima
büyük bir gizlilik içinde taarruz etti ve savaş alanına gereğince yerleşmeden düşman
onun niyetini asla öğrenemedi. 11 büyük ve 17 küçük sefere çıktı ve büyük seferlerin
sekizinde ve küçük seferlerinde taarruz üstünlüğü onundu ve insiyatif de her zaman
onun elindeydi. Düşmanın mevkisinin tabiatı icabı işlerin zorlaştığı Taif seferi bunlara
istisna teşkil eder. Düşmanın müslümanların üzerine yürüdüğü Bedir, Uhud ve Ahzab
savaşlarında bile asıl insiyatif hep Rasulullah tarafında olmuştu. Onun üstün ve etkili
taktik hareketleri düşmanı genelde karışıklığa ve bozulmaya sürüklemişti.
Hz. Muhammed, aynı zamanda savaş ve seferlerinde sürpriz, sürat ve hareket
esnekliği unsurlarından da çok başarılı bir şekilde faydalanmıştı. Düşmanları çoğu
zaman onu aniden kapılarında görmüş, şaşkınlık içinde yakalanmıştı. Harekâtlarını
düşmandan gizli tutmak maksadıyla, niyeti hususunda düşmanın kafasını karıştırmak
için karmaşık ve hatta bazen ters yönde rotalar izledi. Büyük seferlerinden altısında
düşman onun kuvvetlerini gördüğünde şaşırıp kalmıştı. Tarlalarına bakmak üzere
dışarı çıkmakta olan Hayber çiftçileri Rasulullah'ın askerlerini görünce geri koşarak
"Muhammed geldi" diye bağırmaya başlamışlardı. Ve küçük seferlerinin dokuzunda
düşmanı tamamen savaşa hazırlıksız bir vaziyette yakalamıştı. Onun düşmanı
hazırlıksız yakalamadaki başarısı o kadar şaşırtıcı idi ki, 17 küçük seferinden
yalnızca dördünde ufak çaplı çarpışma olmuş ve büyük seferlerinde de yalnızca
altısında gerçek anlamda savaş meydana gelmişti.
Hz. Muhammed seçtiği liderler komutasında sayıları 15 ile 3000 kişi arasında değişen
savaşçıları (seriyye) ülkenin değişik yerlerine 50 kez göndermişti. Bu seriyyelerin ço -ğunluğunda düşman hazırlıksız yakalanmış, bunlardan bir kısmında düşman biraz
çarpışmış ve kuşatmaya uğramış ya da çarpışmadan sonra kaçmış, fakat çoğu kez
hemen paniğe kapılarak silahlarını bırakıp kaçmıştı. Bu seriyyelerin 22'sinde
düşmana tam bir sürpriz yapılmış ve düşman direnemeden bozgun halinde kaçmış
ya da kuşatılmıştı. 9 seriyyede çarpışma olmuş, fakat hiçbirisinde çarpışma büyük
boyutlara ulaşmamıştı. [Mûte savaşında, Hz. Peygamber'ın bir elçisini katleden elGassanî'ye karşı gerçek bir savaş olmuştu.
Bütün bu sefer ve savaşlar Hz. Muhammed tarafından büyük bir ustalıkla ve en az
can ve mal kaybıyla gerçekleştirilmişti. En ağır kayıp Uhud savaşında olmuştu, 70 kişi
şehid olmuş ve 40 kişi de yaralanmıştı. Be-dir'de müslümanların kaybı, düşmanın 70
ölü, 70 yaralısına karşı 22 olmuştu. Ahzab savaşında, düşmanın 10 kaybına karşılık
müslümanların kaybı altı kişi idi. Hayber1 de, müslümanlar, düşmanın 93 kaybına
karşılık 18 kişi kaybetmişlerdi. Mûte'de düşmanın tespit edilemeyen kaybına karşılık
müslümanlar 12 şehid vermişti. Huneyn'de, düşmanın 71 kaybına karşılık,
müslümanlar altı kayıp vermiş; Taif'de müslümanların kaybı 13 olmuştu.
7 büyük savaşta düşman 286 kişi, müslümanlar ise 136 kişi kaybetmişti. Küçük
savaşlarda ve seferlerde müslümanlar 119 ve düşman 473 kişi kaybetmişti; bu
suretle Rasulullah ve kâfirler arasındaki sekiz yıllık savaşlarda her iki tarafın toplam
kaybı 1.014 (256 müslüman ve 759 düşman) kişi olmuştu. Başka bir deyişle, tarihte
ilk defa tüm Arap Yarımadası'nda barış ve düzen 1014 can kaybıyla sağlanmış
oluyordu.
Hz. Muhammed'ın ana prensibi asgari can kaybıyla amacına ulaşmak idi. Ve her se-ferde, askerî karşılaşmalardan kaçınmak için özel tedbirler aldı ve anlaşmazlığı
çarpışma olmadan gidermek için elinden geleni yaptı. ° ancak bütün diğer alternatifler
başarısız kalınca savaşa girişti. Ve hatta savaşta bile adamlarına yalnızca kendilerine
karşı aktif olarak çarpışanları öldürmelerini emretti. Savaş alanında direnmekten
vazgeçenler, öldürülmeyip savaş esiri olarak alındılar.
Hz- Muhammed aynı zamanda düşmanın maneviyatını bozmak ve onların savaş
karar ve isteklerini kırmak İçin stratejik manevralardan faydalandı. Ahzab Savaşı'nda
kuşatma uzayıp, Benî Kurayza da müslümanlarla olan antlaşmalarını bozarak
düşmana katılınca, Peygamber ustaca bir plan düşündü. Kuşatmadaki Kureyş'in müttefiki olan Benî Gatafan'a barış teklif etti. Bu onların kalplerinde ümit hâsıl etti ye sa vaşa isteklerinin ve itimatlarının kırılmasının pratik başlangıcı oldu. Barış teşebbüsü
gerçekleşmeyip, yalnızca bir teklif olarak kalmasına rağmen, bundan sonra Benî
Gatafan hiçbir zaman savaşa niyet etmedi. Hz. Muhammed  iki rakip ordunun
birleşmesini önlemek konusunda çok becerikliydi ve eğer olur da birleşirlerse onları
bölmeye çalışırdı. Onun vasıtasıyla aralarında bir entrika çevirdi, Kureyş ile Benî
Kureyzalıların kafalarına birbirleri hakkında şüphe ve korkuyu yerleştirmeyi başardı.
Hayber'e yaptığı seferde, Rasulullah Hayber yahudilerinin (antlaşmah) tarafları olan
kuvvetlerinin yolunu keserek, onlara katılmalarını başarıyla önledi. Benî Gatafan kendi evleri ve aileleri için korkuya kapıldı ve Rasul'ın onlara saldıracağını zannettiler. Bu
yüzden kendi topraklarında kaldılar ve yurtlarından çıkarak Hayber'deki müttefiklerine
yardıma gitmeye asla cesaret edemediler. Böylece Hz. Muhammed, Benî
Gatafandan gelecek herhangi bir saldırı korkusu olmaksızın Hayber yahudileri ile
uğraşabildi. Onun Tebük seferi de kendi yönünden muazzam bir stratejik
manevraydı. Bu sefer müslümanların büyük cesaret ve kuvvetini göstermekle
kalmadı; aynı zamanda onların sınırlarını gerçek mütecavizlerden veya düşmanlık
yapmaya niyet edenlerden korumak ve müdafaa etmek konusunda ne kadar ateşli ve
kararlı olduklarını da gösterdi. Bu olay ayrıca Arap Yarımadası çevresindeki Romalı-lara ve diğer güçlere Yarımadada halkının güvenlik ve emniyetini koruyabilecek kadar
güçlü ve kuvvetli bir devletin kurulduğuna dair bir işaretti. Bu sefer, tam zamanında
yapılmış, yerinde bir stratejik hareketti ve ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da
geniş politik ve askerî etkiler oluşturmuştu. Tebük seferi, Yarımada dahilinde, aslında
sayıları epeyce azalmış olan diğer Arap kabilelerine bundan böyle zayıf ve
korunmasız kervanlara ve kabilelere yaptıkları haksız baskın ve yağmalara ve
ülkedeki diğer insanlara eziyet etmeye devam edemeyeceklerini gösterdi. Bu suretle,
bu harekât sınırların yabancı işgalcilere karşı güvenliğinin sağlanmasına ve İslâm
devletinin sınırları dahilinde barışın tesis edilmesine yardım etti.
Muhammed aynı zamanda barışta olduğu gibi savaşta da zor durumlar karşısında
metanet ve kararlılığını gösterdi. Benî Kay-nuka, Benî Nadir ve Benî Kurayza
yahudileri Rasulullah  ile olan antlaşmalarını kritik zamanlarda bozduklarında ve yine
Kureyş, Hudeybiye Antlaşması'nı bozduğunda bunlara karşı gösterdiği keskin ve
zamanında reaksiyonlarla Muhammed kararlılık ve metanetini açıkça ortaya
koymuştur. İslâm devlet başkanının bir elçisini öldüren el-Gassan'ı cezalandırmak
için Tebük'e bir sefer düzenlenmişti. Aynı şekilde, müslümanlarla olan antlaşma
maddelerini bozan veya ülkede gayri meşru davranışlara girişen kabilelere karşı
kesin ve kararlı hareketler yapılmıştı.
Peygamber hiçbir zaman paniğe kapılmamış veya hiçbir ümitsizlik alameti göstermemiştir, hatta savaşın haddinden fazla artan baskısı altında kaldığında bile. Uhud
savaşında, onun özellikle verdiği emirleri unutarak okçular yerlerini terkedince
düşman bütün yönlerden saldırdı, İslâm ordusu karışıklık ve bozgun halinde ricat
etmeye başladı. Fakat o, her zaman olduğu gibi soğukkanlılığını ve kendine güvenini
muhafaza etti, askerlerini çağırdı ve onları yüreklendirdi, böylece onlar Peygamber'ın
etrafında halka oldular ve düşman geri sürülünceye kadar cesaretle çarpıştılar. Aynı
şey Hüneyn'de de yaşandı; ricat eden orduyu tekrar toparlayıp savaşı kazanmak
üzere olan düşmana, karşı-saldırıyı başlatan yine Muhammed'in kendine güveni ve
kararlılığı olmuştur.
Peygamber'im kendi şehri ve halkının güvenliği için düşman ve arazi yapısı hakkında
çeşitli biçimlerde bilgi edle etmek üzere düzenlediği keşif seferleri onun hüner, zekâ
ve askerî dehasının bir örneğini teşkil ederler. O, düşman hakkında bilgi edinebiliyordu, ancak kendisi nadiren zamanından evvel işe yarar bilginin düşmana sızmasına
engel olamamıştı. Başarıları, onun Medine için güçlü bir savunma sistemi
oluşturmasına imkân tanıyan etkin gazve sisteminin bir sonucuydu. Muhammad 'ın
askerî lider olarak büyüklüğünün bir delili de, askerî istihbaratı kurması ve bundan
düşman hakkında işe yarar bilgileri elde etmek ve yine güvenlik maksadıyla olduğu
kadar, yeni kurulan İslâm devletinin varlığını korumak maksadıyla düşmanın
maneviyatını kırmak için etkili bir şekilde faydalanmasıdır.
Hz. Muhammed askerî öğretimi, askerî talim ve terbiyenin esası olarak kabul ediyordu. Düşmanın hareketleri, insan ve silah gücü, savaş planları, askerî hedefleri, savaş
taktikleri vs. hakkında bilgi elde etmek maksadıyla askeri amaç için iyi eğitilmiş
sürekli bîr grup insana sahip olmak gerekiyordu. Aynı zamanda düşmanın plan ve
stratejilerine karşı müslümanların gerekli tedbirleri alabilmelerini sağlamak için bu
bilginin zamanında elde edilmesi gerekiyordu. Ayrıca gelen bilgiyi yorumlamak için
müslümanların bu konuda eğitilmiş kişilere ihtiyaçları vardı. Bütün bu meseleler,
gerekli istihbaratı toplayabilecek, yorumlayabilecek ve müslümanlann yararına
yapılacakları ileri sürebilecek eğitilmiş kişiler gerektiriyordu.
Peygamber Medine'ye gelir gelmez, böyle bir sistemi örgütlemek için gerekli adım ları
attı. Zaİd b. Harise'ye yahudilerin dilini öğrenmesini buyurdu ve şöyle söyledi: "Kim
bir halkın dilini biliyorsa, onlardan yana emniyettedir.' ' Zaid, Peygamber ona yahudilerin dilini öğrenmesini emredince, onların kitaplarını okuduğunu ve dillerini
öğrendiğini söylüyor. Peygamber  aynı zamanda şunları da vurgulamıştır: "Kâfirlere
karşı mücadele ederken malınızı, ailenizi ve dilinizi kullanın" Rasulullah 'ın bu hadisi,
silah ve kanla yapılan savaşla beraber psikolojik savaşı da meşrulaştırıyor ve teşvik
ediyor. Bu hadis, müslümanlara, kâfirlerle savaşırken dilleri ve hayatları ile psikolojik
savaş vasıtalarından faydalanmalarını tembih ediyor. Müslümanlar, düşmana karşı
dilleriyle ve silahlarıyla savaş tekniklerini öğrenmeye kendi adamlarını teşvik
etmelidirler. îslâm-da şu üç tür mücadele ve fedakârlık şekillerinin tümü cihad olarak
kabul edilir: Canla ve vücutla savaşmak dosdoğru ve dolaysız bir cihaddır; mal ile
mücadeleye katılmak dolaylı bir cihad şeklidir, çünkü o, müslümanların silah ve
araçlar satın alarak İslâm askerlerini düşmanla savaşmak üzere teçhiz etmelerine
imkân sağlar; sözle mücadele etmek de cihaddır, çünkü böylece düşmana karşı
münakaşa etmeye, deliller göstermeye ve onların planlarını etkisiz kılıp, mücadele
azimlerini kırmaya imkân hasıl olur. Peygamber bir şair olan Hasan b. Sabit'e şunları
buyurmuştur: "Ey Hasan! Sen düşmanlarla savaş, Cebrail seninle beraberdir. Benim
adamlarım silahla savaşırken, sen sözle savaş." O, aynı zamanda "Bir müslüman
kılıcıyla ve diliyle savaşır." demiştir. Kur'an-ı Kerim bu mücadelenin önemini şu
sözlerle vurgular: "Gerek hafif, gerek ağır olarak (şartlarından dolayı savaş size kolay
da gelse, ağır da gelse; binekli de olsanız, yaya da olsanız; teçhizatınız hafif de olsa,
ağır da olsa; sağlam da olsanız, hasta da olsanız, hangi halde bulunursanız bulunun)
hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer
billirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır." (9: 41); "Allah'a ve Rasu-lü'ne inanırsanız,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için en
iyi yoldur!' (61: 11) Mal ile açıkça cihad, dilleriyle olduğu gibi silahlarıyla da savaşan
insanların eğitim ve teçhizat giderlerini karşılamayı kapsar. Peygamber bu tekniği çok
ustaca kullanmıştır. Bir keresinde şöyle demiştir: "Düşmanı savaşa başlamadan (yani
askerleri ve silahlarıyla) evvel ona üstün gelen komutan başarılı olur?' Şüphesiz
sözlerle yapılan psikolojik savaşın muharebenin sonucu üzerine büyük etkisi vardır.
Bu tür savaş, savaşçıların çeşitli şekillerde kalplerine tesir ederek çarpışma için heves ve kararlılıklarını etkiler. Bu tür uygulamalarda yaygın olarak kullanılan yollardan
biri de, askerlere, güzel kadınların icra ettiği nefse hoş gelen müzik sağlamaktır. Bu
yol Kureyşliler tarafından kullanılmıştır, fakat onun tesiri geçici ve önemsizdir. Bu
tekniğin en iyi ve ilmî kullanılış şekli askerlerin zihinlerine ve kalplerine tesir etmektir.
Kendi adamlarını, davalarının doğru olduğuna ikna ederek, onlara gerçek ve hakiki
bir akti-vite kazandırmak ve düşman tarafına, tartışma ve propagandalarla kendi
yollarının beyhudeliğini ispatlayarak ve böylece onların çarpışma heves ve
psikolojilerini zayıflatarak maneviyatlarını yok etmektir.
Rasulullah bu tekniklerin bazılarım yaptığı savaşlarda düşmanlarına karşı kullanmış-
tır. Kureyş, Medine'de Muhammed'a ve müminlere eziyet etmek ve onları yağmala -mak için hücumlarını başlatınca, o istihbarat sistemini sağlam bir temel üzerinde teş-kilatlandırdı. Düşmanın kuvveti, niyetleri ve hareketleri hakkında güvenilir bilgi elde
etmek için çevre arazilere ve düşman arazilerine sık sık keşif seferler yapıldı. Bu
seferlere çıkanlara bazen belirli rotaları İzlemek ve belirli düşman hedefleriyle
karşılaşmak ve belirli konularda bilgi toplamak üzere özel talimatlar veriliyordu.Bazen
de belirli bir hedef tespit edilerek, bu konuda genel talimatlar veriliyordu. Her büyük
seferden önce ve sefer sırasında Muhammed düşmanın askerî planları, kuvvetleri vs.
hakkında daha fazla bilgi toplamak üzere düşman kamplarına ya da düşman
topraklarına casuslar gönderirdi. Peygamber bu adamlara ve genelde diğer insanlara
düşman hakkında herhangi bir istihbarat elde ederlerse onu çevreye yaymadan
uygun değerlendirme için görevli mercilere getirmeleri gerektiği konusunda kesin
talimat vermişti. Kur'an-ı Kerim, müslümanları şu sözlerle uyarıyor: "Onlara güven
veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Halbuki onu peygambere ve
aralarında yetkili kişilere götürselerdi, içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkanlar, onun
ne olduğunu (haberin neye delâlet ettiğini) bilirlerdi. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti
olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız." (4: 83)
Bedir savaşından önce, Muhammed  Tal-ha b. Ubeydullah ve Said İbn Zaid'i, 'Ebu
Süfyan'ın kervanı hakkında bilgi toplamak üzere gönderdi. Bu adamlar gerekli bilgiyi
elde ederek Medine'ye döndüler ve bu bilgiyi Muhammed 'a verdiler. O, askerleriyle
Bedir'e doğru yürüdü, fakat yine Ali b. Ebu Talib, Zübeyr b. el Avvam ve Sa'd b. Ebu
Vak-kas'ı birkaç adamla birlikte, Kureyş ve ordusu hakkında daha ayrıntılı haber için
önden gönderdi. Kureyş'in yakınlarında bulunan iki çocuktan gerekli istihbarat elde
edildi. Bu çocuklara Muhammed tarafından, Kureyş'in yiyecek için her gün kaç
hayvan kestiği sorulunca, çocuklar şöyle cevapladılar: "Bir gün dokuz, bir gün on
hayvan". Bunun üzerine Peygamber , onların sayılarının dokuz yüz ile bin kişi
arasında olduğunu söyledi. Sonra bu çocuklara, rakip orduda Mekke liderlerinden
hangilerinin bulunduğunu sordu. Çocuklar bütün Mekke liderlerinin isimlerini saydılar.
Peygamberimiz şöyle dedi: "Mekke üzerinize ciğerparelerini salmış." (İbn İshak, sf.
295). Bu gerçekten müslümanlara, düşmanın bütün gücünü toplayarak geldiğim ve
bu işi birtirmeye niyetli olduklarını haber veren bir uyarıydı. Öyleyse tüm güçlerini
harekete geçirmek ve Allah'ın düşmanlarına karşı kanlarının son damlasına kadar
çarpışmaya olan heves ve kararlılıklarını artırmaları açık bir mecburiyet olmuştu.
Uhud Savaşı gününden önce, Rasulullah Medine'ye saldırmaya hazırlanan Kureyş'in
askerî hazırlıkları, teçhizatları ve kuvvetleri hakkında, Mekke'deki adamı Abbas'tan istihbarat aldı. Bunun üzerine Rasulullah düşmanın hareketlerini izlemeleri için Enes ve
Munis isminde iki adam gönderdi. O zaman Hubab b. el-Münzir adlı bir başka casus
da düşman hakkında zaten elde edilmiş İstihbaratın doğruluğunu teyid etmek üzere
gönderilmişti. Aynı şekilde, Ahzab savaşından evvel, Rasulullah her zamanki kaynakları vasıtasıyla istihbarat elde etmiş ve böylesine büyük bir kuvvete karşı Medine'-nin savunulması konusunda ashabıyla istişare etmişti. Neticede şehrin çevresine
hendek kazılmasına karar verildi. Savaş esnasında, birbirlerine niyetleri hakkında
şüphe peydan ederek İttifak etmiş düşman kuvvetlerini bölmeyi başardı ve
müttefiklerden biri olan Benî Gatafan'a kendisiyle barış yapma ümidi vererek, onun
savaşma hevesini kırdı. Böylece, hareketli manevralar vasıtasıyla, Peygamber
Kureyş ile Benî Kureyza yahu-dilerinin arasını bölmeyi, bir diğer taraftan da yine
Kureyş ile Benî Gatafan arasında ayrılık meydana getirmeyi başardı. Vefatından kısa
bir süre önce Muhammed 30.000 kişiden meydana gelen müslüman ordusuna
Usame b. Zeyd'i komutan tayin etti ve Bizans üzerine yürümelerini emretti.
Komutana, beraberinde rehberler alması ve ordusuyla düşman üzerine hareket
etmeden-önce casuslar ve öncüler göndermesi hususunda özel talimatlar verdi.
Hz. Peygamber aynı zamanda Medine çevresinde yaşayan ve müslümanlar ile Ku reyş arasında mücadelede tarafsız kalmayı taahhüd etmiş olan birçok kabile ile
karşılıklı barış antlaşmalarına girdi. Bu antlaşmaların bir kısmı karşılıklı müdafaa
hususunda bir kısmı dostça komşuluk ilişkileri için ve bir kısmı da yalnızca tarafsızlık
için idi. Her halükarda, böyle stratejik tedbirlerin büyük yardımı dokunmuştur, özellikle
müslümanlar çok zayıf oldukları zamanlarda. Ve herhangi bir kabile tarafından
yapılan dostluk veya tarafsızlık işareti hüsnü kabul görmüştü. Mekke Savaşı, askerî
bir zaferden ziyade Kureyş'e karşı elde edilmiş psikolojik bir zafer oldu. Mekke seferi
düşmanın çarpışma hevesini ve çarpışma ruhunu tam manasıyla çökertti ve
Peygamber 'ın şu duası yerine geldi; "Ey Rabbim! Biz onları aniden yakalayıncaya
kadar bu sırrı gizli tut!" Kureyşliler, onun Suriye'ye yürümeyi planladığını zannettler.
Onun bir başka hadisi de bu savaşa tamamen uyuyor: "Allah, düşmanımın kalbine bir
ay boyunca korku hasıl ederek bana yardımını ve zaferi verdi."
Yahudi Benî Kurayza kabileleri güç ve kuvvetlerinin büyüklüğüne rağmen, korkularından dolayı Rasulullah'a karşı dövüşemediler. Kur'an-ı Kerim onların bu ruhî hallerinden şu sözlerle bahsediyor: "Kitap sahiplerinden inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendi lerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah, onlara ummadıkları yerden geldi, yü reklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın." (59: 2). Ve yine Ahzab Suresi'nde şunları
okuyoruz: "Allah, Kitap ehlinden kâfirleri destekleyen (Kurayza yahudi)leri
kalelerinden indirmiş, kalplerine korku salmıştı; onların kimini öldürüyor, kimini de esir
alıyordunuz." (33: 26). Bu iki ayet, Muhammed' in kuvvetlerinin korkusundan
hareketsiz kalmış ve ona karşı hiçbir çarpışmaya girişmeyen yahudi-ler hakkında idi.
Müşriklerin durumundan bahseden bir başka ayet vardır: "Rabbin meleklere
vahyediyordu ki: 'Ben sizinleyim, inananları destekleyin. Ben inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her
parmağına' " (8: 12).
Müşriklerin psikolojik durumu zayıftı, çünkü onlar yanlış ve bâtıl amaçlar için savaşı-yorlardı. Rasulullah 'ın mesajı onların hepsine, uğruna savaştıkları şeyin tıpkı bir
Örümcek ağı gibi zayıf ve temelsiz olduğunu açıkça gösterdi. Halbuki, müslümanların
gayesi tek Allah'tan başkasını ilâh edinmemek ve yalnızca O'nun Yolu üzerinde hayat
sürmek idi. Bundan daha büyük ve asîl, uğruna savaşılacak ne olabilirdi ki! Üstelik,
Muhammed 'ın istihbarat servisi o kadar etkili ve süratli idi ki o, düşmanın her hareketinden haberdardı ve onların çarpışmaya tamamıyla hazırlıksız oldukları bir zamanda
ve yerde, onları vuruyordu. Peygamber düşman arasında yaşayan adamları
vasıtasıyla ve yine her seferde önden gönderdiği keşif kollan vasıtasıyla düşmanın
plan ve kuvvetlerini anlayabilecek istihbaratı elde etti. Bunun da ötesinde düşmanın
gece ve gündüz hareketleri hakkında sürekli istihbarat temin eden düzenli bir keşif ve
gözleme sistemi vardır.
Diğer taraftan, müşrikler müslümanların sırlarını nadiren elde edebiliyorlardı. Bu sırlar
bazan o kadar dikkatli saklanıyordu ki sefere çıkan ordunun (veya seriyye) komutam
bile, tesbit edilen yer ve zamanda talimatı okuyuncaya kadar, hedeften habersiz
olabiliyordu. Meselâ Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin seriyyesinde böyle olmuştu. Onun
eline, görevine dair talimatlar içeren bir mektup verilmiş ve iki günlük yol almadan
mektubu açmaması emredilmişti. Hatta bazen müslüman kuvvetlerinin en önde gelen
kişileri bile hedeften habersiz olabiliyor ve ancak düşmanın yakınına gelince hedef
onlara bildiriliyordu; meselâ Mekke seferinde olduğu gibi. Bu tedbirler, düşman
hazırlıksız, şaşırmış bir vaziyette yakalanabilsin diye, gözetilen hedef hakkında
gizliliği tesis etmek için almıyordu. İslâm, bu meseleye ciddiyetle eğilmiş ve
bağlılarına güvenlik konularında çok dikkatli olmalarını emretmişti, "Ey inananlar!
Allah'a ve Rasulü'ne karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hiyanet
etmiş olursunuz!' (8: 27). Ve Lokman Suresi'nde: "İnsanlardan kimi var ki, bilgisizce
(insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için (masal, hikâye gibi)
eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar. İşte onlara küçük düşürücü bir azap vardır." (31: 6) buyurulmaktadır. Bu suretle Kur'an-ı Kerim, bilmeden önemli güvenlik
konularını dışarı sızdırarak orduya, hatta devlete tamiri mümkün olmayan hasarlar
verdirebilecek bütün boş ve gereksiz konuşmalan yasaklıyor ve mahkum ediyor.
Kur'an-ı Kerim aynı zamanda düşmana doğru ilerleyen müslümanlara şöyle
tavsiyelerde bulunuyor: "Ey inananlar, (uyanık bulunup) korunma t edbirlerinizi alın,
bölük bölük ya da birlikte savaşa gidin." (4: 71).
Peygamber, aynı zamanda düşmana bilgi sızmasının önlenmesi meselesini çok ciddi
ele almıştır. Bir hadiste şöyle demiştir: "Verilen sırrı tutamayan kişinin imanı yoktur ve
verdiği sözü tutmayanın dini yoktur." Ayrıca şunu da söylemiştir: "Allah'a ve Ahiret
Günü'ne iman eden ya güzel söz söylemeli ya da susmalıdır!' Bir başka defa da
şunları söylemiştir: "Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir" Şu da rivayet
edilmiştir: "Savaş konusunda (ve askerî operasyonlar) sır tutamayan, başarıya ulaşamaz" Bu suretle Peygamber  halkına gizliliğin önemini iyice vurgulamış ve devlet me-
seleleri ve askerî bilgiler hususunda gizliliği korumak için çok sert tedbirler almıştı.
Peygamber'ın gözünde askerî istihbaratın önemini, müslümanlarm şehirlerine taarruz
edeceği konusunda Kureyş liderlerine yazılmış gizli bir mektupla Mekke'ye giden bir
kadını yakalamak için Hz. Ali ve Hz. Zübeyr'i gönderirken onlara verdiği sert emirler,
ortaya koymaktadır. Bu kadın durdurulmuş ve mektup ortaya çıkartılmıştı. Eğer bu
kadın sessizce Mekke'ye gitmiş olsaydı, Kureyş'in alarma geçeceği ve sonuçlarının
büyük zararlara sebebiyet vereceği açıktır.
Rasulullah'ın düşmandan bilgi alıp, onlara hiç bilgi sızdırmamasına imkân veren
şeyler işte bu tedbirlerdi. Düşmanları, taarruzda olsun, savunmada olsun hiçbir
zaman onun savaş stratejisini önceden öğrenemedi ve yalnızca, onun askerî
hareketlerine bakarak hedefini tahmin etmeye bırakıldılar. Her savaşta onun stratejisi
farklıydı ve aynı taktik harekâtları ya da savaş düzenini asla iki kere uygulamadı.
Allah Rasulü mümkün olan bütün vasıtalarla İslâm devletinin menfaatlerini korumak
için elinden geleni yaptı ve tedbir konusundaki hassasiyetini şu sözlerle bild irdi: "Allah
için korunanlara Allah rahmet eder. İnsanlara karşı korunan kim seye Allah tarafından
büyük mükâfat verilecektir.' '



Allahümme salli ala muhammedin ve enzilhül münzelel mugarrabe minke yevmel kıya-meh.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder