VELÂYETNÂME’YE GÖRE HACI BEKTAŞ VELİ
Hamiye
DuraN1
ÖZET
XI-XII.
yüzyıllarda Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda halka tarikatların umdelerini öğretmek üzere tarikat pirlerinin hayatları ve kerametleri etrafında teşekkül etmeye
başlayan velâyetnâmeler, aynı zamanda
kültür tarihimizin karanlık
noktalarını aydınlatmada ve tarihî
birtakım tespitlere ulaşmada kaynak niteliği
taşıyan eserler olarak
karşımıza çıkar.
Hacı Bektaş
Veli’nin hayatı,
erkânı, ayini, giyiniş
tarzları, kerametleri ve yolu üzerine
müritleri ve muhipleri tarafından bir araya getirilmiş menkıbelerin toplamı olan Velâyetnâme/ menâkıbnâme bu açıdan kıymetli
bir eserdir. Biz de bu noktadan hareketle
çalışmamızı Velâyetnâme ile sınırlayarak Velâyetnâme’nin kaleme alındığı dönemde
halkın zihnindeki Hacı Bektaş Velî portresini ortaya koymak istedik.
Makalede Hacı Bektaş Veli’nin dış görünüşü, eğitimi,
yaşadığı ve yetiştiği çevre ile veliliği üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler: Hacı Bektaş Veli, Velâyetnâme, Horasan, Anadolu, kıyafet
HACI
BEKTASH VELI IN VELAYETNAME
ABSTraCT
Velayetnames (wardship: holiness for piety, virtue, etc.), emerged around 11th and 12th centuries,
were the sources that lighted the dark corners of our cultural history, and
helped to
determine the spiritual history, included the miraculous lives of tariqat
leaders. fte Velayetname, also
known as menakıbname, that consisted of Haci Bektash
Veli’s life style, his close friends and environment, his religios service,
his types of costume, his miracles,
narratives and anectodes as well as merits and virtues of his personage
collected from his followers is an excellent work of art.
fte aim of this article
is to expose the valuable portrait of Haci Bektash
Veli in the minds
of those who
lived when Velayetname was written. ftis
study brings Haci Bektash Veli’s appearance, his education, his environment and his teachings
into light.
Key words: Haci Bektash Veli,
Velayetname, Horasan, Anatolia, Costumes.
GİRİŞ
Tarikatların
gelişmesi, yaygınlaşması ile müritlerin yetişmelerine katkıda bulunmak gibi gayelerle kaleme
alınan velâyetnâmeler, velilerin, Kur’an ve hadis temeline dayanılarak anlatılan kerametleri ile birlikte, İslâm öncesi devirlerin yadigârı bazı efsane
ve mit motifleri de eklenerek zenginleşmiş eserlerdendir.
Dokusu, meydana
getirildiği cemiyetin örf, âdet, gelenek
ve bunlarla bağlantılı bilgi, duygu, düşünce, davranış kalıpları ile sembolleşen değer yargılarına ve devrinin dinî,
iktisadî, kültürel yapısına ait unsurlar ile örülmüş olan velâyetnâmeler içinde Hacı Bektaş
Veli Velâyetnâmesi Türk menkıbe geleneği
içerisinde müstesna bir yeri olan eserlerden biridir
(Duran, 2007).
XI-XII.
yüzyıllarda Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda halka tarikatların umdelerini öğretmek üzere tarikat pirlerinin hayatları ve kerametleri etrafında teşekkül etmeye
başlayan velâyetnâmeler, aynı zamanda
kültür tarihimizin karanlık
noktalarını aydınlatmada ve tarihî
birtakım tespitlere ulaşmada kaynak niteliği
taşıyan eserler olarak
karşımıza çıkar.
Velâyetnâmeler, elbette ki modern manada tarih kitapları değildir. Bu açıdan baktığımızda manzum veya mensur tarih kitapları da aynı durumdadır. Ancak bu tür eserler yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı efsane
ve mit motifleri ile süslenmiş olsa bile üretildikleri ve tüketildikleri çevrelerde tıpkı mitler gibi gerçek kabul edilirler ve söz konusu
kişilerin tarihi olarak
nesilden nesile aktarılırlar. Yani temsil
ettiği gelenek içinde gerçektirler (Seyidoğlu, 1995:6).
Velâyetnâmeler aynı zamanda çevresinde oluştukları kişiler hakkında, içinde oluştukları toplumun görüş ve kabullerini aktarmaları açısından da büyük önem taşırlar. Bir şahsın
hakkında görüş belirtirken esas alınacak temel nokta elbette onun eserleridir.
Ancak söz konusu kişinin çevresinde ve devrinde nasıl görüldüğünü,
algılandığını göstermesi bakımından bu tür eserlerin önemi büyüktür.
Hacı Bektaş
Veli’nin hayatı,
erkânı, ayini, giyiniş
tarzları, kerametleri ve yolu üzerine
müritleri ve muhipleri tarafından bir araya getirilmiş menkıbelerin toplamı olan Velâyetnâme/ menâkıbnâme bu açıdan kıymetli
bir eserdir. Biz de bu noktadan hareketle
çalışmamızı Velâyetnâme üzerine oturttuk.
Velâyetnâme, Hacı Bektaş Veli’nin kimliği
ve tasavvufi yaşantısı hakkında -Menâkıbu’l-
Kudsiyye (Ocak, Erünsal,1995: Beyit 1994-2011), Menâkıbu’l-Ârifîn
(1959:370-450), Âşıkpaşazâde Tarihi (Hz.
A. Nihal Atsız, 1332:195-197) gibi
kısa bilgiler veren eserler dışında en kapsamlı
bilgi sunan eserdir
ve kütüphanelerde ve şahıs ellerinde
yüzlerce nüshası mevcuttur.
Bilindiği üzere
Hacı Bektaş Veli tarihî bir
şahsiyettir. Ancak tarihî kaynakların yetersizliği sebebiyle Veli’nin ailesi, çocukluğu ve yetişmesi ile ilgili bilgiler ancak Velâyetnâme’den
edindiğimiz
kadardır. Bununla beraber onun Horasan’ın Nişabur şehrinde doğup yetişip daha sonra Anadolu‘ya geldiği kesindir (Aşıkpaşa-zâde, 1985: 195). Hem tarihî kaynaklara
hem de Velâyetnâme'ye göre Hacı Bektaş Veli Melâmetilik gibi büyük ve ince bir tasavvuf
mektebinin merkezlerinden biri olan Nişabur’da (Ocak, 2009:48) yetişmiş, daha sonra irşad faaliyetlerinde bulunmak üzere
Anadolu’ya gelmiştir. Veli’nin Nişabur’daki
hayatıyla ilgili elimizde en azından
şimdilik Velâyetnâme dışında hiç bilgi yoktur. Nesebi,
doğumu, eğitimi, veliliği gibi konulara geçmeden
önce Veli’nin dış görünüşü
ile ilgili veriler
nelerdir onlara bakmak istiyoruz.
Velâyetnâme’de Veli’nin kıyafetleriyle ilgili olarak kırmızı zemiyyet, alaca
Arabistan abası, melefe, hırka, kemer, cümcüme,
pavzar veya pauzar,
yen, etek, Arabistan kerrakesi, kızıl
zemiyyet gibi giysilerden bahsedilmektedir. Karaöyük'e gelip yerleşmesinin
anlatıldığı bölümde “Hacı
Bektaş (K.S.A) irişi geldi mübarek
başında kırmızı zemiyyeti
varıdı mübarek arkasında
alaca Arabistan abası varıdı denilmektedir” (s.214). Hacıbektaş nüshasında ise
“Hünkar Ululuğınun başlarında Kızıl zemiyyet varıdı
eginlerinde alaca Arabistan
kerrakesin giyerlerdi” şeklindedir ( HB54a). Kerrake “Eskiden ilmiye sınıfından olan
kimselerin giydikleri yünden yapılmış
hafif ve dar bir üstlük”
manasına gelmektedir (Türkçe sözlük 2000:1634; Kâmûs-ı Türkî
1313:1154). Zemiyyet de zemmiyye şeklinde
yazılıp okunan ve başlık etrafına sarılan bir çeşit
sarığın adıdır (Larus, 1973:630). Buna göre Veli,
Anadolu’ya gelişi sırasında Arabistan abası da denilen
ve ilim sınıfından kişilerin giydiği
bir kıyafet giymektedir. Seyyid
Gazi’nin mezarını ziyarete giderken kendisini misafir eden bir dervişin
kendisinden bir armağan
istemesi üzerine “Hünkar
Varlığı onu tesella-yı hatır idüp mübarek başından zemiyyeti ve meyanından kemeri ve ayaklarından cümcümelerin çıkarup ol kimseye
sunuvirdi” denilmektedir (s.345).
Yine Hünkar’ın bir çobanı Frengistan’a attığı bölümde gizli Müslüman keşişin yadigâr istemesi
üzerine sırtından melefesini (iç gömlek) çıkarıp
kendisine gönderdiği anlatılmaktadır (s.305). Özellikle Hacı Bektaş Veli’nin hırkasını yakarak orman
oluşturması menkıbesinde de geçen hırka,
önemli bir giysidir.
“Coşarak semaya başladı.
Ateş etrafında kırk kere dolandılar. Sonra Hünkar Hacı Bektaş Velî sırtından
hırkasını çıkarıp ateşin üzerine
attı. Hırkanın küllerini
havaya savurdu. Bu külün düştüğü yerlerde
ağaç bitsin. Kıyamete kadar tükenmesin.” dediği ve bu yüzden o dağa “Hırka
Dağı” denildiği (s.297)
yine başka bir menkıbede ölüyü hırkasının içine alarak dirilttiği
anlatılmaktadır (s.529). Hırka bir giysi olmaktan
öte “çehar alâmet“ denilen
velilik alâmetlerinden birisidir. Hırka, elifî başlık, sofra ve çerağla
beraber Ahmed Yesevî tarafından kendisine sunulmuştur (s.158). Hırkasının yenlerinin olduğunu da çeşitli vesilelerle görmekteyiz. “Hünkar Varlığından nişan istediler. Mübarek yenlerini silkiverdi. Üç balık düştü
(s.325). Bir kalender dervişi olduğu
düşüncesine delil olarak gösterilen (Ocak,
1992: 206) ve çırçıplak bir abdal olarak tasvir edilmesine sebep olan aşağıdaki dizeler
eserde Yesevî dervişlerinin Hacı Bektaş’a haset ettiği
bölümde
karşımıza çıkmaktadır.
Bunca vaktin
idevüz er hidmetin Görmedük itmedi bize himmetin Geldi bir çıplak abdâl
hâr (u) zâr Milkün ıssı didi bu durur Hünkâr
Elli altmış yıl ola her birimüz Hidmetin idevüz cevân (ü) pîrimüz İtmeyüp biri birimüz ihtiyâr
Şimdi gelen çıplağa dir
hem Hünkâr Bunamışdur Ahmed-i
Yesevî
Kim ider çıplak ere böyle sevi
Terk idelüm hizmetin gelmez
kerem Hâcı
Bektâş yiter ana pîş-kadem Böyle diyüp incinür dervîşleri Hizmet itmez kaldı
tekye işleri
Bu hased
müşkil dürür ey nîk-rây
Vay hasûdun cânuna hayf ola vây
(HB:18b)
Veli’nin nev-cevan, Yesevî’nin ise pîr
olarak tasvir edildiği bukısımdiğernüshadaşuşekildedir.
Elli altmış yıl ola her birimüz
Hıdmet idevüz
cevân u pîrimüz Pîrimüz itmedi hiç i’tibâr
Geldi bir uryan abdâl hâr u zâr
…….
Bunamışdur Hâce Ahmed Yesevî Şimdi gelen çıplağa ider
sevi (s.125)
Burada geçen uryan ve
çıplak kelimeleri bağlam
içinde sözlük anlamı
ile kullanılmamaktadır.
Kanaatimizce bu kelimelere ancak garip, fakir, zavallı, tek gibi anlamlar verilmelidir. Şu ana kadar verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere Hacı Bektaş
Veli çıplak bir Kalender dervişi değil aksine ilim sahibi olan ve o şekilde giyinen
bir veli olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Hacı Bektaş
Veli’nin şekil
ve şemali ile ilgili bilgiler ise neredeyse yok denecek kadar
azdır. Sadece doğumu
sırasında kendisinin ayın on dördüne
benzediği ve yüzünün
nurundan âlemin aydınlandığı şeklinde
bir tasvir (s.77)
ve ilerleyen bölümlerde de mübarek vücud-ı şeriflerinden nurlar çıktığına dair
masalımsı bir anlatım görülmektedir. Ol iki la’l-i kevser- feşanların; dudaklarını devamlı hareket ettirdiği ve altı ay sonra
şehadet parmağını kaldırarak kelime-i tevhidi
“eyitdi kim eşhedü
en lâ ilâhe illallâh vahdehu
lâ şerîke lehu ve eşhedü enne
Muhammedün abdühü ve rasûlühü” söylediğinden bahsedilmektedir. Yeri gelmişken Hacı Bektaş nüshasında
kelime-i tevhidin sonunda var olan “ve eşhedü enne aliyyen velîyu’llâh”
(HB:7b)
şeklindeki ekleme, baktığımız yaklaşık on beş kadar nüshada bulunmamaktadır. Kanaatimizce bu durum fanatik
bir taraftar gibi görünen müstensihle alakalı olmalıdır. Velâyetnâme’de Hacı Bektaş Veli’nin çehar
darp (Ocak,1992:206) olduğuna
dair herhangi bir bilgi de yoktur.
Sarı’ya ve halifelerine “sengi ve tığı getirip
başımızın muyun indirin“ (s.322-493) şeklindeki bilgi dışında eserde
kaş, bıyık ve sakalının kazınmış
olduğuna dair bir bilgi de yoktur.
Aksine Molla Sâdettin
ile Nurettin Hoca’ya
gösterdiği kerametleri anlatan bölümde tırnak ve bıyıklarını uzamış gösterdiği fakat aslında öyle bir âdetinin
olmadığından bahsedilir (s.234-437). Fizikî
görüntüsü ile ilgili
olarak elinin ayasında
ve alınlarında yeşil bir
beni olduğu
dışında bilgi yoktur
(s.89).
Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş
Veli’nin doğduğu,
büyüdüğü ve yetiştiği çevre Horasan- Nişabur, olgunluk
dönemi ve irşat faaliyetlerini yürüttüğü çevre Anadolu-Sulucakarayük’tür.
El-Horasanî lakabından da anlaşılacağı üzere
Horasan’ın Nişabur şehrinden olduğu kesindir. İlk Osmanlı târihçilerinden olan Âşıkpaşa-zâde’nin verdiği
bilgiye göre Hacı Bektaş Veli kardeşi Menteş’le Horasan’dan kalkmış,
Anadolu’ya gelmiş ve Suluca Karaöyük’e yerleşmiştir (1985:195). Fakat doğduğu,
yetiştiği, zahirî ve batınî eğitimini
aldığı, fikirlerinin şekillendiği ve ömrünün kırk yılını geçirdiği
Nişabur’daki dönem bizim için -en azından şimdilik- hâlâ karanlıktır. Ancak kısaca
döneme baktığımızda Tahirîler zamanında çok zengin olan Horasan, sırasıyla önce Gaznelilerin sonra 1046’da
Selçukluların, 1153’te Oğuzların eline geçmiştir. Bu yüzyıllarda Nişabur, Tus,
Herat iktisadî gelişmişliğin
yanı sıra dinî, tasavvufi, ilmî ve edebî olarak da inkişaf etmiştir.
Harizmşahların hüküm sürdüğü sıralarda 1220’de
Cengiz istilasına maruz kalmış, özellikle Nişabur ve Merv’de katliamlar
korkunç boyutlara ulaşmıştır. Moğol istilasıyla bölgedeki şehirli unsurlarla birlikte âlim, fazıl,
kâmil derviş, zenaat sahibleriyle beraber
ilim, sanat ve edebiyat merkezleri de Anadolu‘ya akmıştır. Hacı Bektaş Veli de bu gruplarla Anadolu’ya gelenler
arasındadır. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz yetiştiği çevre ve çağdaki
gelişmişlik düzeyi ve Velâyetnâme’de hem imam soyundan
hem de sultan evladı
olarak tanımlanan Veli’nin meczup
bir derviş olma
ihtimali bizce ortadan kalkmaktadır (Duran, 2009:265).
Hacı Bektaş’ın
sultan çocuğu olması
meselesine gelince: Musa-yı
Kâzım katledildikten sonra İbrahimü’l-Mücab Nişabur’a gidiyor, padişah seçiliyor. O da öldükten
sonra yerine oğlu Musa-yı Sani geçiriliyor. Musa-yı
Sani’nin ölümünden sonra devlet ricali
yerine oğlu Seyyid Muhammed İbrahim-i Sani’yi devletle
tahta geçiriyor.
Velâyetnâme’ye göre; Hacı Bektaş
Velî Horasan Sultanı
İbrâhimü’s-Sânî Seyyid Muhammed ile Nişaburlu Şeyh Ahmed adlı âlim bir
zâtın kızı olan Hâtem (Hatme) Hatunun
evliliklerinden yirmi dört yıl sonra dünyaya gelmiştir
(s.62-77). Babasının ölümünden
sonra saltanatı kabul etmeyip amcası
oğlu Seyyid Hasan’a bırakmıştır.
Bilindiği gibi peygamberler, siyasi,
ilmî ve manevi otoritelerin hepsini
kendilerinde toplarlar. Hem İslâm devletinin başkanı
sıfatıyla siyasi otoritenin temsilcisi hem ibadet, itikat ve muamelat gibi dini konulardaki problemleri çözen ilmî otoritenin başı hem de tebliğ ve irşad
hizmetini ifa eden manevi otoritenin mümessilleridir (Yılmaz, 1997:20).
Durum böyle
olunca halife
ve imamların durumu da aynı olacaktır. Kanaatimizce İmam soyundan gelen Veli’nin de sultan evladı
olması ihtimali bu açıdan yanlış olmaz.
Velâyetnâme, Hacı Bektaş için şu şecereyi vermektedir: “Hâcı Bektaş, Seyyid
Muhammed İbrâhimü’s-Sânî, Mûsâyü’s-Sânî, İbrâhim Mükerremü’l-Mücâb, Mûsâ-yı Kâzım,
İmam Cafer-i Sâdık, İmam Muhammed Bâkır,
İmam Zeyne’l-Âbidîn, İmam Hüseyin Velî, Emirü’l- Mü’minin Ali (s.61-110). Prof. Dr. Esad Coşan, Hacı Bektaş’ın seyyid
olabileceği hususunda şunları söylemektedir:
“Velâyetnâme ve diğer kaynaklar
Hacı Bektaş’ı baba tarafından Hz. Ali soyuna mensup
sayarlar. H.744/1343’te ölen al-Vâsıti, eserinde
ondan Seyyid diye bahsetmektedir (s.47).
Bu, Hacı Bektaş’ın ilk zamanlardan itibaren Hz. Peygamber soyundan sayıldığını göstermektedir.”
Eserde yine
sultanlığı bıraktıktan sonra “kendisi halvet ve uzleti” seçti denmektedir
(s.94). Kendisine
Kutbu’l-aktablık mertebesi verilip Anadolu’ya gönderilmeden önce kırk yıl
boyunca zamanının gece gündüz oruç, namaz, ibadet, taat, zühd takva ve salih
amelle geçirdiği
ifade edilmektedir (s.94).
Buraya kadar
verilen bilgiler ışığında Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş Veli’nin sultan evladı ve Seyyid olduğunu,
kendisinin devlet adamlığını istemeyip halvet ve uzleti seçtiğini görmekteyiz.
Hacı Bektaş
Veli’nin çocukluğu
ile ilgili olarak
çok az bilgi bulunmaktadır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi dünyaya geldikten
sonra annesinin sütünü almamış, ağzından çıkan ilk kelime, kelime-i tevhid
olmuş, bu, onun velayet sahibi olacağına delil olarak görülmüştür. “Veli mutasarrıf olmaklığun nişânıdur eyittiler bu tıfl sâhib-velâyettir“ (s.77).
Çocukluk
dönemiyle ilgili eserin “Hacı Bektaş Veli Hazretinün
Evsâf-ı Hamîdeleridür“ başlıklı kısımda ’çocukluk
çağlarında hiç bir zaman çocuklara
karışıp oyunla meşgul olmadı,
yukarıda anlatıldığı gibi kendisinden türlü hâller ve türlü kerametler göründü. Mübarek ağzından hikmetli
sözler işitilirdi’ denilmektedir (s.93).
Hacı Bektaş
Veli’nin eğitimebaşlamayaşıdörttür. Buyaşageldiğindebabasıonailimöğretmek
üzere muallim arar. Kendisine Ahmed Yesevî halifelerinden Lokman
Perende -âlim, kâmil ve
velâyet sahibi- tavsiye
edilir. Hacı Bektaş,
eğitimine başlar. Eserde
hünkar ve hacı lakaplarının
verilişi Lokman Perende
ile ilgili olarak
yer almaktadır (s.82-85). Eğitimi sırasında birtakım kerametler göstermiştir.
Bunlardan biri Hz.Muhammed Mustafa ve Hz. Ali’nin kendisine zahir ve batın ilimlerini öğretmeleridir (s.82). Hacı Bektaş Veli çocukluğundan itibaren, icazet alıp Anadolu’ya gelişine kadarki olan sürede yani kırk yaşına
kadar üst düzey bir
eğitim
almıştır. Büyük bir kültür çevresinde yetişmiş olması, Arapçayı bilmesinden
dolayı ana kaynaklara vukufiyetinin olması, Anadolu ve Anadolu dışına
taşan tesirleri bunu açıkça
göstermektedir.
Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş
Veli’nin (çocukluk çağında) Ahmed Yesevî ile ilk irtibatı dervişi Lokman Perende
vasıtasıyladır. Bu da bize onun yetişmesinde Yesevî
tesirini göstermektedir. Eserlerindeki sistem
de bunu teyit
eder durumdadır.
Velâyetnâme, Yesevî ile Hacı Bektaş Veli’yi
Yesevî’nin manevî
oğlu Kutbeddin-i Haydar’ı kurtarması ile ilgili olarak
karşı karşıya getirir.
Yesevî Bedehşan halkına zulmeden
kâfirlerin üzerine manevi oğlu Haydar’ı gönderir.
Fakat Haydar’ın ordusu
yenilir, kendisi de esir düşer. Müslümanlar tekrar yardım talep
ederler. Bunun üzerine Şeyh, âlemlerin kutbunun yüzü suyu hürmetine Tanrı’dan yardım diler. Hızır vasıtasıyla
bu talep Hacı Bektaş’a iletilir. O da hemen Türkistan’a
Yesevî’ye gelir (s.121).
Nihayet Haydar kurtarılır. Bedahşan
halkı Veli’nin gösterdiği kerametler sonucu Müslüman olur.
Eserde Yesevî, Hacı Bektaş
ile karşılaştığı vakit oldukça ileri yaştadır.
Bir yana
kendüzi dahı oldı pîr
Ata binüp
idebilmez dâr u gîr (s.121,beyit:8) Hacı Bektaş ise gençtir.
Cümle bendin açdı anun ol
hümâm Karşu
turup Haydâra virdi selâm Hâsta hâl olmış yaturdı ol zamân
Gözin açdı
gördi kim bir nev-civân (s.126, beyit:70)
Geldi tâkim bir Hızır yüzlü
civân
Ağzıyarın başıma sürdi hemân (s.130,
beyit:100)
Velâyetnâme’nin verdiği bilgiler içinde
en çok tartışılanlarından biri Yesevî ile Hacı Bektaş’ın karşılaşmış olamayacağı idi. Şeyh’in
ihtiyar, Veli’nin
de genç olması ve Ocak’ın
Üsküp’te sunmuş olduğu
bildiride vermiş olduğu
bilgiler bunu mümkün
kılmaktadır.
Ocak, “Son yıllarda Ahmed-i
Yesevî’nin ölüm tarihinin aslında
bugüne kadar sorgusuz
sualsiz kabullendiğimiz 1167 olmadığı,
13. yüzyılın ilk çeyreğinde henüz hayatta olduğu,
dolayısıyla Hacı Bektaş Velî’nin onun müridi olabileceğine dair yeni bir yaklaşım ortaya
atılmıştır. Orta Asya’da
İslam’ın
yayılış tarihinin Amerikalı ciddi bir uzmanı olan Devin DeWeese’in bu yeni yaklaşımı ayrıca, Fuat
Köprülü’nün İlk Mutasavvıflar’ındaki yaklaşımını destekler bir tarzda, Ahmed
Yesevî’nin ve Yesevîliğin tam
anlamıyla Sünnî bir
tarikat olduğunu da ileri
sürmekte“ şeklinde
bir bilgi vermektedir (2009:49). Bu bilgi aynı zamanda
kutbu’l-aktablık mertebesinin Veli’ye
geçip velilik işaretleri olan cihaz fahrını
(çehar alâmet) kendisine verdiği ve Anadolu’ya gönderdiği
şeklindeki bilgilerin doğru olabileceğini de düşündürmektedir. Maksadımız Velâyetnâme’deki bilgilerin doğru olduğunu
söylemek değil, külliyen reddetmeden hele de tarihî kaynakların yetersizliği durumunda dikkate
alınması gerektiğidir.
Hacı Bektaş Veli, olgunluk döneminde Anadolu’dadır ve veli kimliği
ile karşımıza çıkmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Türkistan’a
gidip velilik alametlerini aldıktan sonra Anadolu‘ya doğru yola çıkar. Önce hacca gitmeye
niyetlenir. Çölü geçtikten
sonra Kürsitan (Kurdistan) adlı bir yere gelir. Necef’te
bir erba’in çıkardıktan sonra Beytu’llâh’a gelir. Orada
üç yıl kalır. Sonra Medine-i Münevvere’ye gelen Veli, sırayla Halilü’r-Rahmân’a, Şam’a,
Halep’e Kilis’e Antep’e Elbistan’da Ashabu’l-Kehf’e, Bozok tarafından Kayseri’ye Ürgüp’e
oradan da Üç Hisar ve Açık Saray üzerinden
Suluca Karayük’e gelir. (s.165-170). Biz “hacı” olarak
anılmasının sebebinin
kerametle ilgili olarak değil de gerçekten hacı olmasına bağlanması gerektiği kanaatindeyiz.
Ayrıca Esat Coşan’ın Makâlât’ta hacla ilgili canlı malumat verildiğini
söylemesi de bizim bu fikrimizi teyit etmektedir.
Hacı Bektaş Veli, Suluca
Karaöyük’e kadarki süreçte bulunduğu veya ziyaret ettiği yerlerde ibadetle meşgul
olmuş, çeşitli kerametlerle halkı kendine muhip etmiştir. Eserde
Anadolu’ya gelişini Kadıncık müjdelemiştir. Anadolu’daki ilk müritler de Kadıncık (Kutlu Melek) ile eşi İdris’tir (s.174-225).
Veli’nin yaşadığı dönemde Kırşehir,
Gülşehir, Konya, Kayseri
gibi yerlerin Anadolu’nun kültür merkezleri olduğu, bünyelerinde sayısız âlim, fazıl,
kâmil, müftü, müderris
bulunduğu görülmektedir (s.385). Moğol istilasıyla Horasan ve civarındaki şehirli
unsurların Anadolu’daki bu
merkezlere gelerek buraların inkişafında etkili oldukları bilinmektedir.
Veli’nin sadece ortalama Türkmen halkı arasında değil, aynı zamanda
âlim şahıslarla da irtibatta olduğunu gösteren en önemli menkıbelerden birisi âlim olan Molla Sâdettin
ile ilgili olandır. Molla
Sâdettin, Aksaray’da ikamet
eden yanında sürekli
ders gören dört
yüz kadı adayı bulunan
ve fetvası yürüyen
bir müderristir (s.426).
Velâyetnâme’de Molla Sâdettin’in Hacı Bektaş’a veli demesi yanındaki danişmentlerin
hoşuna gitmez. “Ey Hoca olmaz
işi bırak. Bid’at ehline
veli deyip duruyorsun onda velayet ne gezer. demesi üzerine Molla Sâdettin "Ben onda velayeti
gördüm" diyerek Hacı Bektaş’ı ziyarete gitmek istediğini söyler. Dört yüz
danişmentten otuzu istemeyerek de olsa onunla gittiler. Veli ile aralarında (s.461) İslâmın şeriatla ilgili konularında
pek çok konuşma geçen ve velinin kerametlerini gören Said malını
mülkünü terk edip dervişliği seçer, Hünkar’a
bi’at eder
(s.462). Molla Sâdettin
on sekiz yıl Hacı Bektaş’ın hizmetinde bulunduktan sonra kalbine vesvese
düşer ve "Bunca ilmim ve hünerim
vardı. Bir derviş
bana hepsini terk ettirip
beni kendine
kul etti. Hiç bir şekilde
elinden kurtulamıyorum" diyerek
çatıdan loğ taşını (yuvak) Veli’nin üzerine
bırakması ve Veli’nin "Said yüzün kara olsun.
Yetmiş kere rahmet suyula yıkadım, dişlerinden
mürekkep karasını çıkaramadım." demesi Molla’nın
eğitimini göstermesi açısından önemlidir (s.466)
Ayrıca “O vakitler Hacı Bektaş’ın huzurunda üç
yüz altmış halife hazırdı. Fahrın bütün
kuralları icra oluyordu. Öyle ki anlatmak mümkün değil” sözü
Veli’nin o zamanki nüfuz
ve durumunu
göstermektedir. Velâyetnâme’de ayrıca
“Hazreti Hünkar’ın Makâlât’ını Türkçeye
tercüme etti. Bundan başka çok ince esrarlı şiirler
söyledi ki büyük ve muteber
bir divan oldu” (s.481) şeklindeki
açıklama hem Veli hakkında hem de
Molla Sâdettin hakkında fikir vermektedir. Makalenin hacmini
artırmamak için Anadolu’da otuz altı yıl içinde
otuz altı bin çerağ
uyandırıp otuz altı
bin halife diktiğini söyleyerek sözü burada
bitiriyoruz. (s.557)
Sonuç olarak
Hacı Bektaş Velî’nin hayatı, erkânı,
ayini, giyiniş tarzları, kerâmetleri ve yolu üzerine bilgiler veren Velâyetnâme ve içinde mitolojik unsurlar bulunan benzeri
eserler tamamen gerçeklerden ari değildir. Eserde
Hacı Bektaş Veli çıplak bir kalender dervişi
değil aksine ilim
sahibi olan ve o şekilde
giyinen ve hem Türkmen
halkı hem de âlimler arasında itibarlı konumda olan bir şahsiyet olarak
karşımıza çıkmaktadır.
KAYNAKÇA
AŞIKPAŞAOĞLU
Tarihi (1985).(Haz. A. Nihal Atsız),
Ankara, Kültür ve Turizm
Bak. Yay. COŞAN,
Esad (1986). Makâlât,
Ankara, Seha Neşriyat.
DURAN, Hamiye (2007). Velâyetnâme, Ankara, Türkiye Diyanet
Vakfı Yay.
DURAN, Hamiye (2009).
Nişabur’dan Suluca Karaöyük’e Hacı Bektaş Veli’nin İzinden,
III. Uluslararası Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu, 30-31 Ekim Üsküp\Scopje.
ERÜNSAL,
İsmail E. ve Ocak, A.Yaşar (1995).
Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsibi’l-Ünsiyye, Ankara, TTK yay.
EFLÂKÎ, (1959). Menâkıbu’l-Ârifîn, Çev. Tahsin
Yazıcı, Ankara, TTK Yay. NOYAN, Bedri (1986). Hacı
Bektaş Veli Velâyetnâmesi (İlk Velâyetnâme), Aydın.
SEYİDOĞLU, Bilge (1995). Mitoloji,
Metinler-Tahliller, Kayseri, Bizim Gençlik Yayınları. OCAK, A.Yaşar (1992). Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar),
Ankara, TTK Yay.
OCAK, A.Yaşar (2009). Hacı Bektaş Veli:
Kaynaklar, Yeni Sorular, Aranan Cevaplar, III. Uluslararası Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Sempozyumu,
30-31 Ekim Üsküp\Scopje.
LARUS, el-Mucem el-Arabî el-Hadis (1973), Paris.
YILMAZ, Kâmil (1997). Tasavvuf Meseleleri, İstanbul, Erkam yayınları.
NOT: Metin içindeki sayfa
numaraları “Duran, Hamiye (2007). Velâyetnâme, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yay.” künyeli
esere aittir.
HB: Hacı Bektaş Müzesi’nde
120 numarada kayıtlı velâyetnâmenin kısaltmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder